KARGALAR MECLİSİ - LEIGH BARDUGO || KİTAP YORUMU
Orijinal İsim: Six of Crows
Yazar: Leigh Bardugo
Çevirmen: Ömer Mülazım
Sayfa Sayısı: 528
İncelemek İçin: D&R
Puanım: 5/5
TANITIM
İntikam duygusuyla yanıp tutuşan bir mahkum. Bahis düşkünü bir keskin nişancı. Ayrıcalıklı hayatını geçmişte bırakan bir kaçak. Hayalet ismiyle tanınan bir casus. Hayatta kalmak için sihir kullanan bir cellat. Ve hepsini bir araya getiren kaçış uzmanı bir hırsız. 6 Tehlikeli serseri 1 imkansız görev. Bu ekip büyük bir felaketi önleyebilecek tek seçenek, tabii önce birbirlerini yok etmezlerse.
YORUM
"Kemik doğru kaynamamış, o günden sonra hep topallamıştı. Bunun üzerine o da kendine bir Fabrikatör bulmuş, bir baston yaptırmıştı. Bir beyanat olmuştu bu. Kırık olmayan, düzgün iyileşmiş olan ve kırılmış olduğu için güçlenmeyen hiçbir yanı yoktu. Baston, yarattığı efsanenin bir parçası olmuştu. Kimse onun kim olduğunu bilmiyordu. Kimse nereden geldiğini bilmiyordu. O, Kaz Brekker olmuştu, Fıçı'nın piçi, kendine güveni sonsuz bir topal."AH ULAN YOK MU BİZE DE BİR KAZ BREKKER?!
HİÇ Mİ?!
Ağlatacaksınız beni.
11. sınıfta Grisha Serisi'ni okuduğumdan beri bu kadının kalemine hayranım. O seride yarattığı dünyaya, karakterlerine ve kurduğu olay örgüsüne bayılmıştım. Çok az sayıda yazarı kafamda 'alışveriş listesi yazsa okurum' listesine koyuyorum ve Leigh Bardugo o listenin sağlam üyelerinden biriydi. Şimdi ise yerini çok daha yukarılara taşımış bulunuyor.
Leigh Bardugo, sen çok yaşa be kadın. Çok yaşa, çok yaz ve biz çok okuyalım.
Açıkça söylemem gerekir ki, Kargalar Meclisi uzun zamandır kitaplığımda duran ama okumaya korktuğum bir kitaptı. Grisha serisinde yazarı bu kadar sevmişken bu seride hayal kırıklığına uğramaktan korkuyordum. Üstelik kitap aynı dünyada ancak farklı karakterlerle ve farklı zamanda geçtiği için ve eski karakterler olmadığı için o dünyanın nasıl hissettireceğini kestiremiyordum. Bu yüzden de kitabı okumayı sürekli erteleyip durdum. Ya bu karakterleri sevemezsem ve gözlerim sürekli diğerlerini ararsa? Karanlıklar Efendisi veya tanıdığım diğer karakterler olmadığı için bu dünyayı eskisi gibi sevemezsem? Bu sorular kafamı meşgul ediyordu ve 'bu kadar da abartılmaz' demeyin, kafamda mükemmel bir yere koyduğum yazarın ve dünyanın yıkılışını izleme riskini almaktansa seriyi ertelemeyi seçecektim tabii ki.
Ayrıca geçen yıl bir ara, henüz kitabı almamışken, pdf olarak başlamayı düşünmüş ve okulda ayaküstü okumaya çalıştığımda ilk bölümü biraz sıkıcı bulmuştum -ki birkaç sayfasını okumuştum. Yine de devamının da sıkıcı gideceği hissine kapılmış, korktuğum hayal kırıklığını yaşayacağımı düşünmüştüm. Üstelik kitapta neler olacağına dair hiçbir fikrim yoktu çünkü tanıtım yazısını okumamıştım, kitaptan spoiler yemek istemediğim için hiçbir yoruma da bakmamıştım. Zaten kitabı okunacaklarıma eklemem ve okumam için Leigh Bardugo'nun yazmış olması yeterliydi, ben de araştırma işine hiç girmemiştim. Ama dediğim gibi, sadece birkaç sayfa okuyabilmiştim ve ilk izlenimim de olumsuz yöndeydi, bu sebeple de okuma hevesim kırılmıştı, elim bir türlü gitmiyordu. Ama bir yandan da, elimde olup da okunmamış bir Leigh Bardugo kitabı bırakmaktan hoşlanmıyordum. En sonunda dayanamadım ve çok sevdiğim bu dünyaya dönmek istediğim için, ayrıca kitapların öylece durup bana bakmalarına da kıyamadığım için Kargalar Meclisi'ni nisan listeme ekledim. Ayın sonunda da okudum.
İYİ Kİ OKUMUŞUM ULAN!
Evet, en başta yine ilk bölüm sıkıcı gelmişti. Ailem gibi gördüğüm grishaların düştüğü durum ve evim gibi gördüğüm Ravka'da olmayışımız resmen moralimi bozmuştu, üstelik ilk bölümdeki karakterlerden de hoşlanmamıştım. Ama ikinci bölüme geçtikten ve biraz okuduktan sonra kitaba karşı heyecanım artmaya başladı, sayfaları daha hevesle çevirir oldum, asıl karakterlerin daha sonra ortaya çıktığını, ilk bölümdekilerin sadece hikayeyi başlatmak için bir basamak olduğunu gördüm ve Kaz'ın ortaya çıktığı ilk andan itibaren de onu çok seveceğimi anladım- ki sevdim de, hem de çok.
"Az önce konuştuğu küstah, dikkatsiz, güleç yüzlü ama korkutucu olmayan çocuk gitmişti. Artık ölü gibi bakan, korkusuz canavar buradaydı. Kaz Brekker gitmiş, işin zor kısmını halletmesi için yerini Kirlieller'e bırakmıştı."
Kaz Brekker'ı okurken kalbimin kanatlanıp onun ellerine konmasının, mutlulukla bir ilgisi olmalı arkadaşlar. Olmalı!
Kaz, uzun zamandır hatta Kızıl Gökler Altında Kızıl Denizler'i okuduğumdan beri özlediğim karakter tarzını yansıtıyordu. Akıllıydı, güçlü planlar kuruyordu ve onların bozulması dahilinde yerine koyabileceği başka planları daima vardı. Düşmanlarıyla dalga geçen alaycı ruh hali mükemmeldi ve sürekli sırıtıp durmama sebep oluyordu. Leigh Bardugo evrenindeki en tehlikeli hırsızdı, aklını çok iyi kullanıyordu ve daima sakladığı bir numarası olurdu.
Bütün bu özellikleriyle bana Locke-aşkım-Lamora'yı hatırlatıyordu ve yorumlarımı biraz takip ediyorsanız görmüşsünüzdür, ben Locke bebeğimi aşırı aşırı severim. Sırf bu benzerlik bile Kaz'ı sevmem için yeter de artardı bile ama en başlarda, Kaz kitaba ilk girdiğinde ve ben bu benzerliği fark ettiğimde kitap beni tedirgin etti. Kaz Brekker'ın, başarısız bir Locke Lamora taklidi olabileceği düşüncesi beni dürtüp duruyordu ve eğer böyle olsaydı, sadece bu neden bile kitabın benim için bitmesine sebep olurdu. Bu yüzden de Kaz'ın olduğu her sahnede bütün dikkatimi hareketlerine ve sözlerine vermeye başlamıştım. Bütün bu özelliklerinin Kaz'ın doğasında olup olmadığını ya da emanet bir elbise gibi durup durmadığını anlamaya çalışıyordum.
Olaylar gelişirken ve Kaz'ın hareketlerini incelerken de, ona karşı olan temkinli sevgim yüksek bir ivmeyle artış gösteriyordu çünkü ortada başarısız bir taklit falan yoktu, taklit bile yoktu. Evet, Locke'la çok fazla ortak noktası vardı ama bir taklit değildi. Onu okurken sanki Locke'un taklidi değil de kardeşiymiş gibi hissediyordum, bütün o özellikler doğasında vardı. Bunun farkına vardığım zaman da temkinli davranmam bitmişti ve Kaz bebeğim bütün endişelerimi silip atmıştı.
"Dikkatsiz, bencil hareket ettiğinin farkındaydı ama ona Kirlieller demelerinin sebebi bu değil miydi zaten? Hiçbir iş fazla riskli değildi. Hiçbir eylem fazla bayağı değildi. Kirlieller, pis işleri hallederdi."
Kafasında kurduğu bir planın işlememe ihtimali neredeyse sıfırdı ancak oldu ki işlemedi diyelim, bu olasılığa karşı kurduğu yedek planları kesinlikle işlerdi. Bilgiyi edinmeyi ve gerekli yerde, işine yarayacak şekilde kullanmayı çok iyi biliyordu. İstediği bir şey olduğunda kararından asla vazgeçmiyordu, tehlike ne kadar büyük olursa olsun asla geri çekilmiyordu. Eğer planlarına katkı sağlayabilecek bir şey ya da birisi varsa onlara karşı da aynı kararlılığı kullanıyordu. Kendinden başka hiç kimseye tam olarak güvenmeyen yapısı her zaman tetikte olmasını sağlıyordu. Ketterdam'ın ve o evrenin en tehlikeli hırsızıydı.
İmkansız gözüken her görevin aslında mümkün olduğunu, hatta bunu gerçekleştirebilmek için birkaç mümkün plan bile yapabileceğini gösteriyordu ve tetikte olan yapısı bu planlara dair bazı bilgileri sadece kendisine sakladığı için, okurken her şeyi bildiğinizi sandığınız anda bile sizi boşluğa düşürebiliyordu. Ve böyle olduğu sürece, şaşırmaya devam ettikçe kitabı ve Kaz'ı çok daha fazla sevdim.
"Inej gülmüştü. Kaz o sesi bir şişeye kapatıp her gece onunla sarhoş olabilseydi yapardı."
Alaycı karakterinin, soğukkanlı hırsız zırhının altında herkesten sakladığı yaraları ve kafasını karıştıran duyguları vardı. Her yeni güne uyanırken yaralarından güç alıyordu çünkü o yaralar onun ayakta durmasını sağlıyordu. Bütün bu hırsızlıkların dışında hayatının merkezine koyduğu bir amaca sahipti ve bu amaç sayesinde savaşmayı asla bırakmıyordu. Bu amacı soğuk kabuğunu daha çok besliyordu ancak içine dolan ve su yüzüne çıkmak için meydan kollayan duyguları yeniydi, alışılmadıktı ve baş edemeyeceğini de biliyordu.
"Kaz başını çevirdi. Birbirlerine yakın oturuyorlardı, omuzları neredeyse değiyordu. Inej'in gözleri o kadar kahverengiydi ki neredeyse siyahtılar. Ayrıca saçlarını da ilk defa salmıştı. Normalde hep tepesinde toplardı. Birinin bu kadar yakınında olma fikri bile tüylerini ürpertmeliydi aslında. Halbuki o, biraz daha yaklaşırsam ne olur, diye düşündü."
Kaz Brekker'ın duygularını inkar etmek gibi saçmalıklarla işi yoktu. Inej'in kalbine girmesini engelleyememişti, kafasındaki düşüncelere göre belki asla birlikte olamayacaklardı ve evet, bütün bu hislerini kabuğunun altına hapsediyordu ama Kaz, bu duyguları asla reddetmiyordu. En çok ona güveniyor, eldivenlerini sadece onun yanında çıkarıyor, her zaman elinde tuttuğu kontrolünü Inej'in herhangi bir tehlikede olması halinde saniyeler içerisinde kaybedebiliyordu.
"Duanı istemiyorum," dedi Kaz.
"Ne istiyorsun öyleyse?"
Eski yanıtlar hemen aklına geldi. Para. İntikam. Jordie'nin kafamın içindeki sesinin sonsuza dek susmasını. Fakat içinde farklı bir yanıt oluştu; şiddetli, ısrarcı ve nahoş. Seni, Inej. Seni.
Söylemem gerekir ki Kaz'ın her halini okumayı seviyordum ama Inej'le beraber olan sahnelerine bayılıyordum. Ortaya dökülmese bile orada olduğunu bildiğim sevgisi, ufacık da olsa geçirdiği değişimler ve ona olan güveni kalbimi eritiyordu. Belki okuduğunuzda/okuduysanız 'ortada büyütülecek hareketler vs. yok' diyeceksiniz ama bana böyle hissettirmeyi başardı. Ve henüz 2. kitabı okumadan bile bana şu cümleyi kurdurtmaya yetiyor:
Keşke seri çok daha uzun olsaydı.
Inej gitmek için döndü. Kaz elini yakalayıp korkuluğun üstünde tuttu. Ona bakmadı. "Gitme," dedi kulak tırmalayıcı sesiyle. "Ketterdam'da kal. Benimle kal."
Inej elini tutan eldivenli ele baktı. Bütün benliğiyle evet demek istiyordu. Fakat atlattığı onca badireden sonra bu kadar azıyla yetinmeyecekti. "Ne için?"
Kaz derin bir soluk aldı. "Kalmanı istiyorum. Senin... Seni istiyorum."
Yalan olmasın, Inej'i ilk okuduğumda, ki bu da 2. bölüme tekabül ediyor, ilk bölümün sıkıcılığını üzerimden atamadığım ve oradaki karakterleri sevemediğim için Inej'i de sevemeyeceğimi düşünüyordum. Ama kitabı sevmem nasıl ikinci bölümde başladıysa, Inej'i sevmem de aynı bölümü okumamla gerçekleşti. Aldığı görevi en iyi şekilde gerçekleştirmek için gözünü karartıyor, edinmek istediği bilgi için yer çekimine meydan okuyarak her yere tırmanabiliyor ve bu esnada ne kadar zorlanırsa zorlansın tek bir an bile pes etmeyi düşünmüyordu. İnsanların sadece kendilerine söyledikleri sırları bile öğrenebiliyordu. Döküntüler'in bilgi kaynağı ve Kaz'ın Hayalet'iydi. İstediği bilgiyi daima elde ederdi, yalnız olduğunuza en çok emin olduğunuz anda yanınızdan geçip gider ve bunu size fark ettirmeden yapardı. O bilgi hiç vakit kaybetmeden Kaz'a ulaşır ve Kaz o bilgiyi kullanmadığı sürece sırrınızın çalındığını bile fark edemezdiniz.
Inej'e Hayalet denmesinin sebebi de buydu aslında. Kaz ondan bir hayalet olmasını ve herkesin sırlarını öğrenmesini istemiş, Inej de bu görevi tamamlayabilmek için elinden geleni yapmıştı. Ama tek yeteneği sessiz hareket edişi ve bilgi toplayabilme becerisi değildi. Kendini savunmayı iyi biliyor, yoluna çıkan her engeli çok sevdiği bıçaklarını kullanarak ortadan kaldırabiliyordu. Inej'de en çok sevdiğim özelliklerden birisi de buydu aslında. Bıçakları olmadan kendini rahatsız hissediyor, onlara özel isimler veriyor ve endişelendiği herhangi bir durumda ellerini o bıçakların üzerinde gezdirip isimlerini mırıldanıyordu. Onların varlığıyla kendini güvende hissediyordu ve bir kargaşadan sağ çıkabilmesi için başka birilerine muhtaç değildi, bıçakları ve el becerisiyle kendisini çok rahat bir şekilde kurtarabilirdi. Her şeyden şikayet eden mızmız, korunmaya muhtaç ve beceriksiz karakterlere tokat niteliğinde güçlü bir kadındı.
Arkadaşları için kendini feda etmesi gerekirse bunun için asla düşünmüyordu. Kaz'a olan sadakati her şeyin önüne geçiyor, onu bırakıp gitme fırsatı olduğunda bile bunu yapamıyordu. Üstelik duyguları onu Kaz'a görünmez bir iple bağlamıştı, iste de o bağı koparamazdı ve gitme planları yapıp bunu Kaz'a söylediğinde bile, onun tek bir kelimesini bekliyordu aslında. Kaz'ın kuracağı tek bir cümleyle kalmaya hazırdı.
"Bana ya zırhını çıkarıp sahip olursun Kaz Brekker. Ya da hiç sahip olamazsın."
Inej'in sevdiğim bir diğer özelliği ise duygularının kontrolünü kaybetmiyor olmasıydı. Evet, Kaz'ın tek bir cümlesiyle kalmaya hazırdı ama aynı zamanda küçük aşk kırıntılarını da kabul etmeyecekti. Kaz'ı bütünüyle istiyordu, verebileceği kadarıyla değil. Kendisi nasıl bütün benliğini ona açmaya hazırsa Kaz'ın da öyle olmasını, zırhının altına sakladığı bütün zayıflıkları, zaafları ve yaralarıyla ona gelmesini istiyordu. Daha azıyla yetinmeyecekti ve bu kararlılığı Inej'i çok daha fazla sevmemi sağladı.
"İnsanları öldürme fikrinden ben de hoşlanmıyorum. Kimyadan bile hoşlanmıyorum."
"Neden hoşlanıyorsun?"
"Müzikten. Sayılardan. Denklemlerden. Onlar kelimelerden farklıdır. Onlar... birbirine girmez."
"Keşke kızlarla denklemlerin dilinden konuşabilseydin."
Uzun bir sessizlik oldu. Sonra gözlerini halkada oluşturdukları çentiğe diken Wylan, "Sadece kızlarla mı?" dedi.
Jesper sırıtmamak için kendini tuttu. "Hayır. Sadece kızlarla değil."
Jesper ve Wylann, kitabı okurken beni en çok eğlendiren karakterlerdi. Jesper'ın silahlarına olan takıntılı sevgisi, Wylann'la uğraşıp durması ama bir yandan da ondan hoşlanmaya başlaması çok güzeldi. Üstelik aynı zamanda Wylann da ondan hoşlanmaya başlamıştı ve Jesper onu sinir ettikçe ona cevap vermeye çalışması, Döküntüler'e yardım edebileceğini ve bir tüccarın oğlundan çok daha fazlası olduğunu kanıtlama isteği, Jesper onunla ilgili iyi bir şey söylediğinde utanıp kızarması çok tatlıydı. Tanıştıkları ilk andan beri birbirleriyle uğraşmadan duramıyorlardı ve hemen hemen bütün diyalogları beni eğlendiriyordu. Jesper'ın düşüncesizce davranıyor oluşunu Wylann'ın temkinli hareketleri dengeliyordu ve beraber oldukları sahneleri okumaya bayılıyordum. Her ne kadar birbirlerine karşı hissettikleri çok hafif ve yeni olsa da umarım ikinci kitapta bu duyguları daha çok açığa çıkar ve ilişkilerini daha belirgin bir şekilde okuruz.
"Gitme," dedi nefes nefese. Gözlerinden yaşlar süzüldü. "Sonuna kadar kal."
"Ve sonrasında," dedi. "Ve daima."
Nina ve Matthias'ı okumak, kitabın belli bir kısmına gelene kadar sinirlerimi oynatıyordu çünkü Matthias'ın bütün nefretine ve kızgınlığına rağmen Nina'nın nazik olması hoşuma gitmiyordu. Tamam, çoğu yerde Matthias'a karşı soğuk davranıyordu ama asla ağzının payını vermiyor oluşu sinirimi bozuyordu. 'Patlat bir tane şunun ağzına!' diyerek Nina'yı sarsmak, Matthias'ı da hem grishalar hem Döküntüler hem de özellikle Kaz hakkında söyledikleri için ağzını burnunu dağıtmak istiyordum. Ve Kaz bunu yaptığında, çok sevdiği karga başlı bastonuyla onu bir güzel patakladığında bundan ne kadar hoşlandığımı anlatmama bile gerek yoktur diye düşünüyorum.
Matthias'ın yetiştiği topraklar ve aldığı drüskelle eğitimi grishalardan nefret etmek ve onları yakalamak üzerineydi. Onların insan olmadığını, doğada var olmaması gerektiğini düşünüyorlardı ve zaten böyle bir düşünceyle yetişmişken bir de geçmişte Nina'yla yaşadıkları, onu çok daha büyük bir nefrete sürüklemişti. İhanete uğradığını düşünüyor ve Nina için beslediği duygular yüzünden kendisini suçlu hissediyordu, en doğrusunun onu öldürmek olduğunu düşünüyordu ve bütün bu düşüncelerinin yanlış olduğunu anlayana kadar geçen o uzun sürede resmen sabrım zorlandı. Matthias'ı sevmem için bütün bu düşüncelerin yok olması şarttı, üstelik duygularını ortalığa dökmeliydi yoksa onu kabullenmem söz konusu bile olamazdı.
Hadi ama, Ravka'dan ve Grisha dünyasından bahsediyorum burada. Matthias'ın o sarı kafasını kopartmadığım için kendisini şanslı saymalı.
"Nina," diye fısıldadı, "minik kırmızı kuş. Gitme."
Nina ise Matthias'a olan hislerinden utanmıyordu ve bütün drüskellelerden nefret etse de Matthias'a karşı hissettikleri için asla suçluluk duymuyordu. Matthias kendisini öldürmek isterken ve Nina tek bir el hareketiyle onun kalbini durdurabilecekken bile onun nefretini kusmasına izin veriyor, Matthias'ın bütün kabalıklarına rağmen ona soğuk ama nazik bir şekilde davranıyordu. Öyle ki bu nezaketine çok kızıyordum. Ama kitabın bir noktasında drüskellelere olan nefretini ortaya döktüğünde o kadar rahatladım ki, anlatamam. Bu nefreti Matthias için değildi ama yine de onun yüzüne karşı bunları söylemesine o kadar bayıldım ki! 'HELAL BE KIZIM!' diyerek okudum resmen.
Kaz arkasına yaslandı. "Bir insanın cüzdanını çalmanın en kolay yolu nedir?"
"Boğazına bıçak dayamak?" diye sordu Inej.
"Sırtına silah dayamak?" dedi Jesper.
"İçkisine zehir katmak?" diye önerdi Nina.
"Hepiniz iğrençsiniz," dedi Matthias.
Kaz gözlerini devirdi. "Bir adamın cüzdanını çalmanın en kolay yolu ona saatini çalacağınızı söylemektir. Dikkatini çeker ve istediğiniz yere yöneltirsiniz."
Kitapla ilgili olumsuz eleştirebileceğim tek nokta, baskıdaki hatalardı. Bölüm başlarında anlatıcının isimleri birkaç kez yanlış yazılmıştı ve bir yerden sonra bu sorunu görmek sinirimi bozmaya başladı. Umarım baskıyı gözden geçirirler ve bu sıkıntıyı ortadan kaldırırlar.
Baskı dışında kitapta beğenmediğim hiçbir nokta yoktu. Kurgusu, karakterleri ve karakterlerin arasındaki bağlarla o kadar güzeldi ki, en sevdiğim kitaplar listesine girmesi kaçınılmazdı. Grishaları görmek, Ravka'dan bahsedildiğini duymak ve tanıdığım dünyaya dönmek mükemmeldi ve kitabı bitirdikten sonra, 'keşke bu kadar ertelemeseydim' demekten kendimi alamadım.
Şimdi gideyim de, serinin sadece iki kitap olmasının acısını çekeyim.
BARİ ÜÇLEME YAPSAYDIN BE KADIN!
AH,çok teşekkürler.Okuyacak kitap bulamıyordum bir türlü.
YanıtlaSilAyrıca anlatım çok güzel.
beğenmenize çok sevindim :) leigh bardugo'nun bütün kitaplarını gözüm kapalı öneririm, mutlaka bir göz atmalısınız.
Sil