ATEŞ DÜŞÜYOR ( AIR AWAKENS #2) / ELISE KOVA || KİTAP YORUMU
Orijinal İsim: Fire Falling
Seri Sıralaması: #2
Yazar: Elise Kova
Çeviri: Yaprak Onur
Sayfa Sayısı: 392
İncelemek İçin: Goodreads
Puanım: 4/5
TANITIM
Asker… Büyücü… Kurtarıcı… Vhalla Yarl hangisi?
Vhalla, Solaris İmparatorluğu’nun bir malı olarak savaşa yürüyordu. İmparator ondan zafer getirmesini, Senato ölmesini bekliyordu; Vhalla’nın ise bildiği tek şey hayatında göreceği en büyük savaşa yürüdüğüydü. Geçmişinin hayaletleriyle uğraşırken, ortaya çıkan yeni zorluklar son direncini de kırmakla tehdit ediyordu. Vhalla insanlığını koruyabilecek miydi? Yoksa gerçek anlamda İmparatorun kuklası mı olacaktı?
Vhalla, Solaris İmparatorluğu’nun bir malı olarak savaşa yürüyordu. İmparator ondan zafer getirmesini, Senato ölmesini bekliyordu; Vhalla’nın ise bildiği tek şey hayatında göreceği en büyük savaşa yürüdüğüydü. Geçmişinin hayaletleriyle uğraşırken, ortaya çıkan yeni zorluklar son direncini de kırmakla tehdit ediyordu. Vhalla insanlığını koruyabilecek miydi? Yoksa gerçek anlamda İmparatorun kuklası mı olacaktı?
YORUM
"Bu sabah, son birkaç günde bir şey fark ettim," diye mırıldandı Aldrik. "Ben şımarık bir prensim. Biliyorum bu hiç adil değil ama arzuladığım bir şeyden alıkoyulmayı kaldıramıyorum, bizzat kendimi alıkoysam bile. Sana zarar verdim, seni tehlikeye attım ve sen yanımda kaldıkça senden daha fazla şey istemeye devam edeceğim. Bunu bilsem de, tüm mantığım bunu yapmamam gerektiğini söylese de seni daha da yakınımda tutmak istiyorum.""Aldrik." Vhalla söyleyecek bir şey bulamıyordu.
"Daha önce benden sana karşı dürüst olmamı istemiştin; işte oluyorum."
Gelelim şimdi sinir harbine.
NEDEN YA NEDEN?
Bu kitaba ilk olarak bu soruyu sormak istiyorum.
Serinin ilk kitabında Vhalla ve Aldrik'in birbirlerine olan duygularını tam söylemeseler bile en azından kabullendiklerini, hareketlerine yansıttıklarını görmüş, ikinci kitabın daha başlarında birbirlerine açılmalarını ve beraber olarak her zorluğa göğüs germelerini okuyacağımızı düşünmüştüm. Başlarına dolanan cephe belası bir yana, belli ki her yanda gizlenebilen, gözlerinin önünde varlığını ve düşmanlığını açıkça sergilese dahi yüksek konumları yüzünden başlarına bir şey gelmeyen düşmanlarla sarılı haldeydiler ve bu düşman çukurundan birbirlerine destek olarak çıkmalarını, aşklarının verdiği güçle zorluklara dayanmalarını beklemiştim. Üstelik ilk kitapta çok az verilen ana kurgunun da artık daha da detaylandırılacağını, Vhalla'nın bir Rüzgargüdücü olduğundan ve insanların onu öldürmek istediğinin dışında başka gerçekler de öğreneceğimizi, hikayenin artık biraz daha açığa çıkacağını düşünmüştüm. Ama belli ki yanılmışım. İstediklerimi vermesini geçtim, beni olmasını hiç istemediğim ve sevmediğim olaylara boğdu ve kendimi, kafayı yedirtecek bir sinirle kitabın kapağını kaparken buldum. Allah serinin devamında sonumu hayır etsin.
"Sana aşığım," diye tekrarladı, gözlerinde kararlı bir ateşle. "Bu yapabileceğim en kötü şeylerden biri," diye itiraf etti. "Ana'ya yemin ederim ki seni bu şekilde lanetlememeye çalıştım. Ama sen oldukça ısrarlı bir şekilde hayatımdaki güzel varlığını sürdürdün. Ve ilk kez de olsa dilbaz prens, rol yapmaktan sıkıldı."
Alıntılara bakınca bütün kitapta aşk dolu sahneler bekliyorsunuz siz de değil mi? Beklemeyin.
Aldrik'i ilk kitapta aşırı olmasa da sevmiş, özellikle balo sahnelerine doğru iyice açılan karakterini okumayı keyifli bulmuş ve serinin devamında da açık açık hislerini belli eden bir karakter olmasını, ilişkilerinde cesur davranmasını ve kimsenin aralarındaki aşka zarar verememesini sağlayacağını düşünmüştüm. Ama kitabın geneli boyunca bu beklediğim Aldrik'ten eser yoktu. Vhalla'ya herkesin içerisindeyken soğuk davranıyor, uzak duruyor, günlerce onunla hiç konuşmuyor ama yalnız kaldıkları ilk anda aynı soğukluğu Vhalla'dan gördüğünde ve onun adı yerine rütbesini vurgulayan 'prensim' kelimesini kullandığında da ona öyle davranmasını istemiyordu. Yalnız olduklarında onunla rahatça konuşan, gülen, temasta bulunan adam yanlarında birileri varken onun yüzüne bile zor bakıyordu. Ordunun kuzeye doğru yol aldığı süreçte at sürerken bile çoğu zaman onu yalnız bırakmış, sürekli Vhalla'yı aşağılayıp duran başka bir kadınla sohbet ederek, gülerek, onunla samimi olduğunu belli ederek vakit geçirmiş ve gala gecesindeki danslarında neredeyse birbirlerine duygularını açma noktasına geldiği kadına tek bir açıklama yapmamıştı.
Vhalla'yı korumak için insan içindeyken ondan uzak durmasını bir dereceye kadar anlıyordum ama kitap ilerledikçe aralarındaki ilişki, henüz ikisi de 'dost' martavalları atsa dahi giderek birbirlerini görmeden yapamadıkları, beraber oldukları anda temas edebilmek için birbirlerine sokuldukları bir hal almasına rağmen Aldrik'in tavırları aynı kaldı. Tamam, tahtın varisi olduğu için sıradan birisiyle görüşmemesi gerekirdi ama bakın cevap cümlede gizli zaten. Sen tahtın varisisin be adam. Üstüne üstlük büyü gücünle herkese korku salan Ateş Lordu'sun. Kim sana ne diyebilir? Bir tek imparator baban konuşabilir ama onu da köşeye sıkıştırıp sana karışamamasını sağlayacak üç beş sırrını biliyorsundur herhalde. Bir de üstelik Vhalla'nın konumu öyle hizmetçi falan da değil ki herkes karşı gelebilsin. Kadın bir yüzyılı aşkındır varolan ilk Rüzgargüdücü ve yeteneğinin ne kadar güçlü olduğunu, ne kadar önemli olduğunu da herkes görüyor. Ne yani, Ateş Lordu'nun yanına sıradan bir varoş prensesi mi yakıştırıyorlar?
Yalnız kaldıklarındaki tavırları da başta o kadar sürekli dokun-kaç olayına dönmüştü ki okurken tam açılacaklar dediğim anda yine aynı şey oluyor, birbirlerinden uzağa kaçarak güvenli buldukları 'değerli bir dost' kavramına sığınıyorlardı. Birbirlerini sürekli yanlış anlıyorlardu ve bu yanlış anlaşılmalardan biri ortadan kalksa çok geçmeden yenisi patlak veriyordu. Pardon da bu ne böyle yeşilçam sahneleri gibi? Birbirlerinin ellerini sıkıca tut, yanaklarını okşa, gözlerine deli gibi dalıp git, birbirinden uzakta bile oturama ama sonra ya bir şeyi yanlış anlayıp uzak durmaya başla ya da onunla olamayacağını düşünüp gözlerini kaçır ve işine dön. Bakın delirtmeyin beni! Aldrik'in bu kaçışlarına, böyle davranmasına o kadar sinir oluyordum ki Vhalla'nın ona misilleme yaparcasına Prens Baldair'in ve askerlerinin yanına gitmesini, madem sen bana soğuk davranırsın ben de sana soğuk davranırım modunu çok sevmiştim. Aldrik'in onun gidebileceğine dair farkındalık yaşaması gerekiyordu. Neyse ki kitabın son 150 sayfasında falan olsa da artık davranışlarında daha cesur olmaya başlamış, kendisini Vhalla'ya açmış ve bir noktadan sonra insanların ne diyeceğini bile umursamadan davranmaya başlamıştı. Birbirlerine açıldıklarından sonra bile yanlış anlaşılmalar devam edip duruyordu ama en azından artık beraberler, bu savaşta el ele, yan yana olacaklar diyordum ki çok sağolsun bu sefer de sevgili yazar duruma el attı.
Aman yanlışlıkla mutlu olurduk falan, Allah korusun.
Kalabalık, veliaht prens ve Rüzgargüdücü'ye yol vermek için açılırken Vhalla herkesin kocaman açılmış gözler ve açık kalmış ağızlarla onları izlediğini gördü.
"Aldrik," dedi, sadece onun duyabileceği kadar sessiz olmaya çalışarak. "Aldrik, sen... ben... onlar..."
"Bırak bir şey desinler," dedi Aldrik birbirlerine kenetlenmiş dişlerinin arasından. "Bırak biri bir şey desin de bana her şeyi kül edecek bir neden versin."
Vhalla ise ilk kitabın sonunda biraz olsun gücünün farkına vardığı için bu sefer ayakları güvenle yere basan, Aldrik'in onu koruduğu gibi kendisinin de Aldrik'i koruyabilecek kadar kararlı ve güçlü davrandığı, onu aşağılayarak ve nefretle bakan gözlere haddini bildirecek bir kadına dönüşmesini bekliyordum. Ama başta da dediğim gibi, bu kitap bana istediğim hiçbir şeyi doğru dürüst vermedi. Vhalla ilk kitapta bıraktığımız noktadaki kararlı duruşunun aksine kabuslarla ve kendi benliğiyle, gala gecesi yaptıklarıyla boğuşan, suçluluk duygusu yüzünden en basit insani ihtiyaçlarını bile geçiştiren, gideceği savaştan ödü kopan bir kıza dönüşmüştü. Aldrik ile olduğu anları iple çekerken onun bu gitgelli tavırlarının hesabı sormuyor, yalnız geçirdikleri vakitler arttıkça ve konuşmaktan kaçınarak etraflarında dolaştıkları ilişkileri büyüdükçe bunu dostluğa bağlıyor, hisler onları sarmaladıkça bunu sahiplenmek yerine 'ben imparatorluğun malıyım,' ve 'biz zaten beraber olamayız,' gibi düşüncelerle dolup kendince uygun adaylarla flört etmeye çalışıyordu.
Hadi aralarındaki ilişkiyi henüz ikisi de ne kabul etmiş ne de reddetmişken, sırf bu duygulardan kurtulabileceği umuduyla başka insanlarla, sıcakkanlı ve ona değer veren Daniel'la flört etmeye kalktı diyelim, ki bu sırada hala Aldrik'le yakınlaşmaları hiç azalmıyor. Hadi buna bir şey demeyelim de artık birbirlerine açıldıktan, aşklarını itiraf ettikten, birbirlerinin yanında olmak için her şeyi yapacaklarını söyledikten sonra nasıl oluyor da hala Daniel'ın ona olan ilgisini kullanmaya devam ediyor, sırf bazı olaylar gerçekleşti ve Aldrik'le birbirlerini göremeyecekleri kadar uzak kaldılar diye Daniel'la nasıl bir ilişkisi olacağını, aslında onun dengi olduğu için onu seçmesi gerektiğini düşünüyor ya? Nasıl olur da Daniel bariz bir hoşlantıyla 'biz neyiz?' diye sorarken -sorunun rezilliği ayrı bir dert- Vhalla bu soru üzerine düşünüp kafa yormaya başlar, Daniel ona yaklaşıp dokunmak istediğini söylediğinde, ondan izin istediğinde buna evet der? Sen ne tür bir aptalsın geri zekalı? Zaten o anların koşullarına sinirlenmişim, bir de yaptıklarınla sinirden delirtecek misin beni?! Bu 'Aldrik'e aşığım ama ben şununla olmalıyım,' 'ona layık değilim' 'imparatorluk malıyım' tavırlarıyla ve özellikle bu Danielle sahnesinde beni o kadar kızdırdı ki o kısmı okurken 'GERİZEKALI! ALDRIK'E NE OLACAK, APTAL?!' diye kitaba seslendiğimi hatırlıyorum en son.
Ayrıca o kadar güce sahip olup da insanların onun hakkında atıp tutmalarına izin veriyor, hiçbir becerisi olmayan senatörlerin ve imparatorun kafalarını biraz odaklansa tek bir hareketle, sadece rüzgarın gücüyle kırabilecekken kendini onlardan aşağıda görüyor, içindeki gücü aşağılamalarına katlanıyordu. İki bilek hareketi yapıp onu hor gören askerlerin birkaç tanesine sırf diğerlerine ibret olsun diye ağzının payını vermesini öyle istekle bekledim ki bunlar gerçekleşmediğinde cidden üzüldüm. Ama neyse ki daha sonraki savaş sahnelerinde etrafına korku salan, aynı Aldrik gibi hareket eden ve artık savaş meydandaki kanın görüntüsüyle bile aklını kaçıran küçük kız olmak yerine o savaş meydanının kanla bulanmasına sebep olan kadın olmaya başlamıştı.
"Yani o zaman..." Vhalla, Aldrik'e dönüp onun dikkatini çekti. "Babanın bunu bilmesini istememenin sebebi bu gücü ele geçirmesini istememen."
"Konu babamın bu güce sahip olup olmaması değil." Aldrik yerine dönmeden önce bardağına içki ekledi. "Senin hiç kimse tarafından kullanılmanı istemiyorum."
Kitabın kurgusu ise yine beklediğim kadar ortaya çıkmamış, Rüzgargüdücü gücünün köklerine bir sahne dışında inememiş, dönen savaşın ayrıntılarını okuyamamıştık. Kitap boyunca koca bir ordu yolculuğunu, bu yolculuk sırasında inişli çıkışlı duygularıyla birbirlerini sürekli yanlış anlayan Aldrik ve Vhalla'yı, yan karakterlerin pek önemli olmasa da bir şekilde olaylara ufak tefek katkılar yapmasını, Kesişim'e geldiklerinden sonra asıl yeşilçam trajedisinin başlamasını, daha sonra da zaten olayların karman çorman olmasını okuduk. Fantastik açıdan kurgusal olarak heyecanlı olan tek yer Vhalla'nın fal baktırdığı ve bir kehanetin söylendiği sahneydi. Ben fantastik kitaplarda pek anlaşılmayan ve daha sonra anlamları ortaya çıkan, yaşandıkça fark edilen kehanet detaylarını çok sevdiğim için kehanetin içeriği her ne kadar kötü olsa da böyle bir detayın olmasını sevdim açıkçası. Arada bir Vhalla ve Aldrik arasında geçen güzel sahneler dışında genellikle sinir ve dertle dolu okuma sürecimde ufak ama güzel bir sahneydi.
Kitabın beni çıldırtan ve okurken 'HAYIR! HAYIR! HAYIR!' diye konuşarak gözümün önündeki kelimeleri inkar etmeye çalıştığım sonundan tabii ki spoilerlı olduğu için bahsedemiyorum ama tamamen yok sayarsam da asla yapamam. Bu yüzden bu konu hakkında Elise Kova'ya tek bir söz söylemek istiyor ve yorumu bitiriyorum.
ALLAH SENİN CEZANI VERSİN.
Yorumlar
Yorum Gönder