WINTER (AY GÜNLÜĞÜ SERİSİ #4) / MARISSA MEYER || KİTAP YORUMU
Orijinal İsim: Winter (The Lunar Chronicles #4)
Yazar: Marissa Meyer
Çeviri: Beril T. Uğur
Sayfa Sayısı: 800
İncelemek İçin: D&R
Puanım: 5/5
TANITIM
Ay halkı, yüzündeki yara izlerine aldırmadan zarafeti ve nezaketiyle hepsini büyüleyen Prenses Winter’a hayrandı. Herkes, genç Prenses’in, üvey annesi Kraliçe Levana’dan çok daha nefes kesici bir güzelliği olduğunu düşünüyordu.
Winter, üvey annesinden pek hoşlanmıyordu. Eh, bunda Levana’nın, genç ve güzel Prenses’in çocukluk arkadaşı ve yakışıklı saray muhafızı
Jacin’e duyduğu hisleri onaylamamasının da etkisi vardı tabii. Ancak Winter, Levana’nın sandığı kadar zayıf biri değildi ve yıllardır üvey annesinin isteklerini görmezden gelmeyi başarmıştı.
Winter, sayborg mekanik ustası Cinder ve arkadaşlarıyla birlikte belki de büyük bir devrim başlatacak ve uzun süredir gizliden gizliye süren bir savaşı nihayete erdirecekti. Cinder, Scarlet, Cress ve Winter; Kraliçe Levana’yı alt edip kendi mutlu sonlarını yazabilecek mi?
“Ay Günlüğü” serisi sona erdi. Artık hiçbir masalda böyle bir tat bulamayacaksınız. Kendi masalınızı yaşasanız bile.
YORUM
Cinder, bu ne güzel bir isyan konuşmasıydı be, helal!
Ay Günlükleri serisi, bu zamana kadar benim için 'belalı seriler'den biriydi açıkçası. İlk kitabını 2016 yılının sonunda okumuş, gayet yüksek bir şekilde 4 puan vermiş ama daha sonra seriye devam edesim hiç gelmemişti. Hikayenin güzel işlenmesine rağmen ana karakterler, üzerimde beklediğim kadar etki bırakmamıştı, bir türlü elimi devam kitaplarına uzatacak kadar bayılmamıştım. Bu sebeple de, daha sonra okurum diyerek Cinder'dan sonra seriye mola verdim. Gelin görün ki bu mola çok çok uzadı- 3 yıl kadar- ve bir türlü devam edemedim.
Ta ki 'yeter artık gerçekten kurgusunu seveceğim ve bayılacağım bir seri okumak istiyorum' diye serzenişte bulunarak kitaplığın önünde durup, okumadığım bir sürü kitaba dakikalarca bakıp yine de hiçbirisini seçmek istemeyince ablamın 'şu seriye devam etsene artık, bak çok seveceksin' demesine kadar. O akşam serinin ikinci kitabı olan Scarlet'e başladım ve sonra araya başka bir kitap almadan seriyi bitirene kadar devam ettim. İyi ki de etmişim.
"Sevgili Ay halkı, sizden işinize ara verip beni dinlemenizi rica ediyorum. Benim adım Selene Blackburn. Kraliçe Channary'nin kızı, Prenses Levana'nın yeğeni ve tahtın gerçek varisiyim."
Cinder, ilk kitaptan beri sürekli gelişim gösteren bir karakter oldu. Sayborg uzuvlarından utanan, halk tarafından dışlanan, üvey annesinin ve kardeşinin sürekli kötü davrandığı o mekanik ustası kız, sürekli kademe kademe değişerek en sonunda bu kitapta gerçek bir devrimciye dönüştü. Bu süreçte bütün korkularından sıyrılamamıştı evet, hatta gün geçtikçe endişelenmesi gereken çok daha fazla şey ortaya çıkıyordu. Başarıp başaramayacağına dair bilinmezlikten, arkadaşlarına bir şey olması riskinden, zaten kaybettiği Scarlet için çok geç olmuş olabileceğinden, Kai'nin Levana'yla evliliğine engel olamamaktan, Levana'nın imparatoriçe tacını giyer giymez bütün dünyayı katledeceğinden. Cinder'ın ödü kopuyordu, evet, ama serinin önceki kitaplarında olduğundan çok daha kararlıydı.
Bütün o planlar, saklanmalar ve kaçışlardan sonra artık sona gelinmişti ve gerçekleşecek olan olayların engellenemeyeceğini biliyordu. Levana'nın karşısına dikildiğinde onun tahtı paşa paşa teslim etmeyeceği ve bir savaşın çıkması gerektiği, bu savaşta her iki tarafın da ağır kayıplar vereceği çok açıktı. Ve Cinder'ın kararlılığını en çok bu noktada görebildiğimizi düşünüyorum ben. İlk kitapta tanıdığımız, pazar tezgahında kendi halinde çalışan o kız bu riski göze alamazdı ama başından onca olay geçtikten sonra karşımızda olan Cinder bu konuda gözünü bile kırpmayacak hale gelmişti. Kayıpların verilmemesi için elinden geleni yapacaktı ama eğer zorunda kalırsa, insanların feda edilmesinden de kaçmayacaktı. Çünkü işin sonunda ya hepsi ölecekti ya da isyan başarılı olacaktı.
Cinder hakkında sevdiğim başka bir nokta ise bütün bu kimliğini kabul etme, isyan planlama ve aranan bir suçlu olduğu için oradan oraya kaçma serüveninde sahip olduğu değer yargılarını yitirmemesiydi. İnsanları kontrol edebilme gücünden, kimliğini öğrenmeden önce Aylıların insanları kontrol etmesinden ne kadar nefret ediyorsa yine o kadar nefret ediyordu. Gücünü sadece, hayati durumlarda yakalanmaktan kurtulabilmek için ve Levana'yı yenebilecek kadar güçlenmek amacıyla pratik yaparken kullandı. Ay tahtının gerçek varisi olduğunu öğrenmiş olsa dahi umurunda olan şey o tahta oturmak, o sarayı yöneten kişi olmak değildi. Levana'nın diktatörlüğü altında yaşayan halkı kurtarmak ve zalim teyzesinin dünyayı yıkıp geçmesini önlemek için yaptı her şeyi. Ve bütün bunların ışığında Cinder, hem sevdiğim hem de çok desteklediğim bir karakter oldu.
"Ama bir gün..." dedi Kai ve duraksadı. "Belki bir imparatoriçe olmayı düşünürsün..."
Kai hakkında en çok sevdiğim şey, halkına karşı görevlerini bilmesine ve onları gerçekleştirmek konusunda hiç tereddüt etmemesine rağmen, Cinder'ı desteklemeyi ve onu sevmeyi hiç bırakmamasıydı. Levana'yı yenebilmek için onunla olan evlilik anlaşmasına devam etmek zorunda olduğunda ve bunun bilinciyle Levana'ya rol yaptığında da, bütün planlar ters gidip onunla gerçekten evlendiğinde de uğruna savaştığı şey hiçbir zaman kendi hayatı olmadı. Cinder'ın dünyanın tek kurtuluşu olduğunu biliyordu ama olur da başarısız olurlarsa diye, Doğu Ulusları Topluluğu'nun imparatoru olarak elinden ne geliyorsa yaptı. Bu amaç için kurduğu planlarda da tek kriteri Levana'nın öldürülmesiydi, kendi ölümüne sebep olacak olsa bile.
Ayrıca o kadar tatlı ve mükemmel bir aşıktı ki! Bütün bu karışıklık ve isyan koşuşturmasının arasında Cinder'la geçirebildiği her anın ne kadar özel ve önemli olduğunu biliyordu. Nerede oldukları ya da yalnız olup olmadıkları fark etmeksizin ona olan sevgisini göstermekten hiç kaçınmadı, korkularını ona anlatmaktan hiç çekinmedi, onun korkularını dinleyip içini rahatlatmak için her şeyi yaptı, Cinder'ın hiçbir şey demediği zamanlarda dahi onu her zaman anladı ve ona sonuna kadar inandı. Öyle ki bazı anlarda, Cinder'ın kendine inandığından bile çok inandı ona. Ve onu sevmeyi hiç bırakmadı. O pazar tezgahında gördüğü ve baloya davet ettiği kıza olan aşkı hiç azalmadı.
Özellikle en son yaptıkları konuşma ve yukarıya bıraktığım alıntı o kadar güzel ki.. Kai'nin aşkı karşısında kalbim eriyor.
"Bana bir iyilik yapın Prenses," diye fısıldadı, nefesini Winter'ın ağzına üfleyerek. "Bir dahaki sefere, biri sizi öldüreceğini söylediğinde, ona hemen boyun eğmeyin."
Ne yalan söyleyeyim, ben başlangıçta Jacin'e de Winter'a da ısınamadım. Özellikle Cress'in (#3) sonunda Cinder'a ve arkadaşlarına ihanet ettiğini göz önünde bulundurursak onu hiç sevemeyeceğimi düşünüyordum. Ee Winter'ın da sadece Levana'nın üvey kızı olduğunu biliyordum, ayrıca Scarlet'i bir evcil hayvan gibi Levana'dan istediğinde de 'amaan klasik bir aylı işte' diyerek onlar gibi bir karaktere sahip olan, dünyalıları aşağılayan biri olduğunu sanmıştım. Ama ikisi hakkında da yanılmışım çok şükür.
Winter'ı klasik bir aylı olarak düşündükten sonra aslında tamamen onların zıttı olduğunu görmek, kitabın sevdiğim noktalarından biriydi açıkçası çünkü o andan sonra Winter'a karşı daha olumlu düşünmeye başladım. İçinde büyüdüğü saray ortamında tanıdığı insanlar gibi olmayı istemediği ve sahip olduğu sihri kullanmayı reddettiği için beyni zarar görmüş, bunun sonucunda da sanrılar görmeye başlamıştı. İyileşebilmesi için yapması gereken tek şey sihrini yeniden kullanmaktı ama o bu gücü kullanmanın yanlış olduğuna inandığı için hiçbir zaman bunu yapmadı, sanrıları artsa dahi olduğu kişiye direndi ve bu yaptıklarını okudukça, aslında beklediğim gibi zayıf bir aylı değil, güçlü bir insan olduğunu gördüm. Ay'da hapis tutulan Scarlet'le arkadaş olmaya çalışıyor, bir yandan da Dünya'dan yeni dönmüş olan, çocukluğundan beri hem en yakın arkadaşı hem de aşık olduğu adam olan Jacin'le vakit geçirmeye çalışıyordu.
"Merhaba karların kızı," dedi Jacin, Winter hayali bir kar tanesini yakalarken. "Ben de çok memnun oldum."
Jacin'e ısınmamı sağlayan ise Winter'la olan ilişkileri ve ona olan sevgisiydi. Bütün saray kızın sanrılarıyla dalga geçip onu deli olarak nitelendirirken Jacin onun sağlığını her şeyden fazla önemsiyordu. Onunla sanrıları hakkında konuşup rahatlamasını sağlıyor, eğer o anda yanındaysa onu sakinleştirerek sanrılarının kaybolmasını sağlıyordu. Winter'ı kendi hayatının bile üstünde tuttuğu ve onu sevdiği çok bariz ortadaydı, bunu davranışlarında ve yaptığı imalarda rahatça görebiliyorduk ama yine de aralarındaki statü farkından dolayı, ilişkilerinin sahip oldukları arkadaşlıktan öteye gitmeyeceğini düşünüyordu. Üstelik Levana'nın hem Winter'dan hem de kendisinden nefret ettiğini, olası bir fırsatta onları birbirleriyle tehdit edeceğini de biliyordu. Bu yüzden, Levana'ya fırsat vermemek için elinden geldiğince Winter'la arasındaki çizgiyi geçmemeye çalıştı. Ama Jacin için asıl üzüldüğüm nokta bu sahneler değil, Levana'nın ondan Winter'ı öldürmesini istemesiydi.
Yani tamam, kitabın konusunun pamuk prenses üzerine olduğunu biliyordum ama o sahne o kadar beklemediğim anda oldu ki, resmen şok oldum. Ve ilk defa Jacin'e acıdım. Çünkü serinin diğer çiftlerinin aksine, Levana ikisi üzerinde de büyük bir güce sahipti. Kai ve Cinder ilişkisine olan etkisi bile daha azdı çünkü onlar Levana'ya karşı savaşıyordu, bu uğurda ölebileceklerini de kabullenmişlerdi ancak Winter ve Jacin'in savaşmak gibi bir seçeneği yoktu. İkisi de, birbirlerini Levana'nın zulmünden korumak için hareket ederken ona karşı koyamayacak hale gelmişlerdi. Ta ki Levana'nın ölüm emrini alıp kaçmaktan başka çareleri olmadığını, Levana'dan kurtulmanın tek yolunun Cinder'ın isyanına katılmak olduğunu anlayana kadar.
Ama bu süreçte bile, Jacin Winter'la aralarında bulunduğunu düşündüğü çizgiyi geçmemek için çabalayıp durdu. Onu korumak için sürekli yanında bulunurken bile, her şey bitip gittiğinde hala onun bir Prenses, kendisinin ise bir muhafız olduğu gerçeğinin değişmeyeceğini düşünüp duruyordu. Ama yine de aralarındaki ilişkiyi, birbirleri için endişelenmelerini ve arada sırada gerçek hislerine dair imalarda bulunmalarını, birbirleriyle uğraşmalarını okumayı sevdim.
"Sorun ne, biliyor musun?" Thorne botlarını çıkarmadan onun yanına uzandı. "Sen bir hapishane kuşunu hak etmiyorsun. Herkes görebiliyor bunu. Ben bile. Ama sen bir şekilde, benim düzgün bir adam olduğuma ikna olmuşsun. İşte onun için korkuyorum. Bir gün benden daha iyisini bulabileceğini fark etmenden korkuyorum."
Thorne ve Cress ilişkisi, herhalde seride en hızlı gelişmesini beklediğim ama aksine en yavaş gelişen ilişkiydi. Thorne'un Cress(#3)te gözleri hasar aldığında bile, Cress'le ilgilenişlerinde tamamen arkadaşça olmadığını biliyordum ve bu hali bu kitapta da devam ediyordu, bir şeyler hissettiğini görebiliyordum. Ama gelin görün ki, Cress'in dediği gibi, gerçekten herkese ama herkese kur yapan adam Cress'in yanında daha çekimser davranıyor, herhangi bir hissini ima etmek şöyle dursun diğerlerine davrandığı kadar bile yakın davranmıyordu. Ee doğal olarak, ömründe 20 kişi tanımamış olan Cress de Thorne'un ona aşık olduğunu, çok uzun bir süre hiç anlamadı. Ve bütün bu süre boyunca da, hem Thorne onu sevmediği için çok üzüldü hem de ona olan aşkını gizlemeye çalıştı. E bu durum da, ilişkilerinin ilerlemesini resmen bu kitabın sonralarına taşıdı.
Gerçi, beklentilerimin tersi çıkmış da olsa, Thorne'un böyle davranmış olması benim çok daha fazla hoşuma gitti. Cress'e karşı hissettikleri daha önce deneyimlemediği duygulardı ve bu korkmasına sebep olmuştu. Üstelik Cress'in onu kahraman olarak görmesi ve ondan hoşlanması Thorne'u daha da germiş, kızın aksine kahraman yerine bir suçludan ibaret olduğunu düşündükçe kendi kendine endişelerini arttırmıştı.Böyle düşündüğü için Cress'e karşı arkadaşça davranıp ve neredeyse uzak durmasını ama Cress'in başı her derde girdiğinde korkudan ne yapacağını şaşırıp onu kurtarmaya çalışmasını okumak çok zevkliydi. Aşkını hemen kabullenemeyişi, kendisini ona layık görmeyişi, ama yine de onun için endişelenip durması çok güzeldi. Thorne, özellikle bu kitapta, tam benim düşeceğim erkek karakterlerden biriydi ve ne oldu dersiniz?
Düştüm.
"Wolf?"
"Hala..." Kulağının arkasını kaşıdı. "Seninle gelmemi istiyor musun? Yani bu halimle?
Wolf, benim yaralı aşkım. Senin pamuklara sarılarak sevilmen gerekiyor.
Scarlet(#2)'i okuduğumdan beri Wolf benim çok sevdiğim bir karakter oldu ve serinin devamı boyunca da bu hiç değişmedi. İlişkilerinin ilk aşamalarının detaylarından, Scarlet(#2) ve Cress(#3) yorumlarında bahsedeceğim ama bahsetmeden geçemeyeceğim bir iki şeyi söylemek istiyorum. Wolf'un bu süreç boyunca, Scarlet'e olan aşkını sergilemekten ve dile getirmekten hiç çekinmeyişi, ona olan saygısı, onu korumak için her şeyi yapmış ve yapabilecek olması o kadar güzeldi ki resmen okurken kalbim eriyordu. Scarlet'i kaybettikten sonra acı çekerek geçirdiği dönem, tamamen onu bulmaya odaklanması ve kendini diğer her şeye kapaması o kadar üzücüydü ki, okurken Wolf aşkım için kalbim kırılıyordu.
Ve bu kitapta en sonunda Scarlet'e kavuştuğu sahne o kadar güzeldi ki.. Scarlet'in kokusunu alarak evden fırlayıp, kırmızı kapüşonu gördüğü anda yüzünü göremediği kıza koşması ama karşısında Winter'ı bulunca yaşadığı hayal kırıklığı ve sinir o kadar iyi hissediliyordu ki, belki de başkasına sıradan gelecek olan bu kavuşma anının kıymetini daha da arttırdı benim için. Winter'a kim olduğunu sorup Scarlet'in kapüşonlusunun onda ne işi olduğunu sorgularken bir anda Scarlet'in gelmesiyle bütün o sinirinin kaybolması ve Scarlet'e koşarak onu kollarına alması çok güzeldi. Onu bulduğuna olan sevinci, sağ salim karşısında olmasının verdiği mutlulukla Scarlet(#2)den beri beklediğim şeyi sonunda yaparak onu öpmesi.. Tek kelimeyle mükemmel bir sahneydi benim için. Cress(#3)'in başında ayrı düştüklerinden beri hem o kitap hem de aradaki novella (Levana, #3.5) boyunca bu anı beklediğimi göz önünde bulundurursak, bu sahneye bayılmamam mümkün bile değildi.
Ama tabi ki bir olayda yüzüm gülmesin, yine ayrı düştüler ve kitabın sonuna kadar da birleşemediler. Şimdi soruyorum size, ikinci kitaptan beri bu ikilinin aşklarına dair daha çok sahne okumayı bekleyen bana, bu yapılır mı? BU NE VİCDANSIZLIK?
Üstelik bu sefer başlarına gelenler o kadar ciddiydi ki, 'tamam işte, şimdi iyice mahvoldu her şey, birleşemeyecek benim güzel çiftim' diyerek sürekli endişelenmeme sebep oldu. Wolf'un, kendisine yapılanlar sonrasında içine düştüğü duygusal acı o kadar büyüktü ki, Scarlet'in onu artık istemeyeceğine neredeyse emin olmuştu. Kendi bedenine duyduğu tiksinti, ona bunu yapanlara duyduğu nefret, Levana'nın her şeyin sorumlusu olduğunu bilerek içine iyice yayılan onu öldürme arzusu o kadar büyüktü ki, arkadaşlarından ayrı düşüp planlarından tamamen koptuğunda dahi, çekeceği işkenceleri göze alarak Levana'yı öldürmek için bulduğu ilk fırsatta harekete geçti. Ve bu durum, Levana her ne yaparsa yapsın, ne kadar güçlü olursa olsun, Wolf'u asla o evcil hayvanlarından biri yapamayacağının en büyük kanıtıydı bence. Onun ne kadar güçlü bir karakter olduğu, acılarına rağmen başkasının piyonuna dönüşmeyecek kadar sağlam olduğu çok net bir şekilde ortadaydı ve ben bunu çok sevdim.
"Cinder birden ona acıdı.
Karşısındaki korkunç kadın, gerçekten güzel olmanın ya da sevilmenin ne demek olduğunu bile bilmiyordu.
Hiçbir zaman da bilemeyecekti."
Biliyorum yorum yine çok uzun oldu ve belki birçoğunuz okumayacak ama toparlamam için birkaç bir şey daha söylemem gerekiyor.
Sadece bu kitap bazında değil de, dönüp serinin geneline bakarak söyleyebiliyorum ki kusursuz bir seriydi ve Marissa Meyer gerçekten çok iyi iş çıkarmış. Yarattığı karakterler ve onlar için ördüğü karakter gelişimi çok güçlüydü ve tamamen mantık çerçevesine oturuyordu. Çıkıp da 'bu niye durup dururken böyle alakasız bir şey yaptı ki şimdi?' diye sorabileceğiniz bir durum oluşmuyordu çünkü her şey çok tutarlıydı. Cinder'ın korkuları, Kai'nin sorumlulukları için yaptıkları, Wolf'un acıları, Scarlet'in sert kişiliği, Thorne'un kendine olan güvensizliği, Cress'in hayat konusundaki acemiliği o kadar güzel şekilde bir araya getirilerek aynı amaç uğruna, birbirleri için savaşan bir arkadaş grubu oluşturulmuş ve bu karakterlerin birbirleriyle olan ilişkileri, kendileriyle hesaplaşmaları o kadar iyi aktarılmıştı ki, bu durum bütün seriyi mükemmelleştirmişti.
Üstelik yaratılan dünya ortamını ve oluşturulan kötü karakter kurgusunu da çok beğendim. Levana'nın pasif bir 'kötülük' kriteri olarak bırakılmayıp, yazılmış olsun diye yazılmaması ve bütün karakterlerin hayatlarına bir şekilde dokunarak aslında hepsi için bir düşman olması, sadece bir ülkenin kaderini değil bütün bir dünyanın geleceğini tehdit etmesi, bu noktaya nasıl geldiğinin detaylıca işlenmesi ve ona bir backstory örülmesi çok hoşuma gitti.
Ayrıca, bütün bu hikayelerin masallar teması üzerinden oluşturulması ve modern bir masal şeklinde bize sunulmasına da bayıldım. Bütün o ayrı ayrı yazılmış olan masal karakterlerinin, tek bir cadı etrafında toplanarak birbirlerine bağlanması muhteşemdi. Aşırı sevdim arkadaşlar, aşırı.
Ne diyebilirim ki?
Bu diyardan bir Ay Günlükleri geçti, diyeceğiz artık.
Ay Günlükleri hakkında okuduğum en güzel yorum😍 en sevdiğim seridir kendileri ve senin de bu kadar sevmene çok sevindim. Ayrıca favori çiftim Scarlet ve Wolf'un asıl değerini ve ne kadar özel olduklarını anladığın için de teşekkür ederim. Genelde okuyanlar Scarlet kitabında sıkıldıklarını söylüyor, çoğu ondan sonra okumayı bırakıyor. Ama benim Winter'dan sonra en sevdiğim olabilir. Çünkü Scarlet-Wolf ilişkisinin temelleri atılıyor, yaşadıkları zorluklar anlatılıyor. Yakın zamanda yeniden okuyacağım seriyi ve senin yorumun da tekrar tekrar okunası olmuş, eline sağlık ✨
YanıtlaSilYaa çok teşekkür ederim 😊 Evet genelde çoğu kişi Scarlet&Wolf ikilisine hak ettikleri değeri vermiyor ve çok üzücü bir durum bu ya. Cidden aşırı güzeller çünkü😍 Ayrıca serideki birçok olayın önemli noktalarını da oluşturuyorlar, ilişkilerinin kilit rolü gördüğü birçok nokta var. Yorumu beğenmenize çok sevindim, seri için şimdiden iyi okumalar dilerim.🎈
SilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSil