ÇİRKİN AŞK / COLLEEN HOOVER ||KİTAP YORUMU






Orijinal İsim: Ugly Love
Yazar: Colleen Hoover
Çeviri: Kübra Tekneci
Sayfa Sayısı: 368
İncelemek İçin: D&R
Puanım: 5/5








TANITIM

New York Times'ın çok satan yazarı Colleen Hoover yürekleri sızlatan yeni bir aşk hikâyesiyle
geri dönüyor.


Tate Collins havayolu pilotu Miles Archer'la tanıştığında, bunun ilk görüşte aşk olduğunu düşünmez. Birbirlerini arkadaş olarak görecek kadar bile iletişim kurmazlar. Tate ve Miles'ın tek ortak noktası birbirlerine karşı inkâr edilemez bir çekim hissetmeleridir. Tutkularını açıkça ortaya koyduklarında, kusursuz bir planları olduğunu anlarlar. Genç adam aşk peşinde değildir, genç kadının ise aşka ayıracak vakti yoktur, geriye sadece seks kalır. Tate, Miles'ın ona sunduğu iki kurala uyduğu sürece anlaşmaları şaşırtıcı bir şekilde sorunsuz olacaktır.

Asla geçmişim hakkında soru sorma. Bir gelecek bekleme. İdare edebileceklerini düşünürler, ama çok geçmeden bunun hiç de kolay olmadığını anlarlar.

Kalplere sızılıyor.Sözler bozuluyor.Kurallar çiğneniyor.Aşk çirkinleşiyor.



YORUM

"Aşkın çirkin yanları sizi havaya kaldırmıyor.
Sizi yere seriyor.
Sizi dibe batırıyor.
Boğuyor.
Yukarı bakıp, Keşke orada olsam, diye içinizden geçiriyorsunuz.
Ama değilsiniz.
Çirkin aşk oluveriyorsunuz.
Sizi tüketiyor.
Her şeyden nefret etmenize neden oluyor.
Bütün güzel yanların buna değmeyeceğini anlamanızı sağlıyor.
Güzel kısımlar olmayınca, bunu hissetme riskine asla girmiyorsunuz. 
Çirkinliği hissetme riskine asla girmiyorsunuz.
Böylece vazgeçiyorsunuz. Her şeyden vazgeçiyorsunuz. Bir daha, ne olursa olsun, sevmek istemiyorsunuz, çünkü hiçbir aşkın çirkin aşkı tekrar yaşamaya değmeyeceğini biliyorsunuz."

Kitabı okuyalı çok uzun zaman oldu ve benim yazmak konusundaki en büyük sıkıntım, üzerinden zaman geçtikten sonra körelmiş duygularımı toparlayıp o kitabın hak ettiği yorumu yazmaktır. Üstüne üstlük Avengers: Endgame'in verdiği bir duygu çöküntüsünün içerisindeyim ki hiç sormayın. Yani bütün bu duygu karışıklığının içerisinde bu kitaba hissettiğim duyguları bulup çıkarmak ve onları yazıya dökmem gerek. Ama yine de, hazır sonunda vakit bulabilmişken oturup yorum yazayım dedim ve umarım bu işi doğru dürüst halledebilirim. Çünkü bu kitaba dair kurabileceğim tek bir cümle hakkım olsaydı, onu bile hakkını vererek yapmak isterdim.

Beni tanıyanların bildiği en büyük özelliklerimden biri insanı yıkacak, ölümüne ağlatacak, parçalayacak, altüst edecek kitaplardan uzak durduğumdur. Çünkü ya gerçekten o kitabı beğenmem ve beni hiç etkilemez, beklentilerimi boşa çıkarmış olur ya da beni gerçekten yıkar-ki bundan komple kaçınırım. Bu kitap da, tam da bu sebeplerden dolayı daima ertelediğim, okumayı istediğim ama bir yandan da elimin bir türlü gitmediği bir kitaptı. Çünkü beni dağıtma ihtimalinin olduğunu biliyordum.

Nitekim, dağıttı da.

Miles'ın acısı, ikilemleri, Tate'in aşkı ve sırf bu aşk yüzünden düştüğü uçurum, ikisinin de kararsızlıkları ve korkuları o kadar gerçek ve kitaptan okuyucuya geçer nitelikteydi ki, uzun ama çok uzun zaman sonra kendimi bir kitabı okurken ağlar halde buldum.

"Bana gitmemi söyle," dedi boğazıma doğru yalvaran ve sıcak bir sesle. "Buna ihtiyacın yok." Boğazımda yukarı doğru öpücükler konduruyor, sadece konuşurken nefes almak için duraksıyordu. "Seni istememe nasıl engel olacağımı bilmiyorum. Bana gitmemi söylersen, giderim."
Ona gitmesini söylemedim. Kafamı salladım. "Yapamam."

Miles, geçmişindeki acıları beraberinde bir pranga gibi sürükleyen, onlardan kurtulamayan ve bunun sonucu olarak hayatını hep yarım yaşayan bir adamdı. Hissettiği suçluluk duygusuyla yaşayan, dahası o suçluluk duygusunu hak ettiğini düşünen bir adamdı. Yaşadığı acıları geride bırakamıyor, daha çok acı yaşamamak içinse hayatını yaşamaktan vazgeçiyordu. Kimseyi tekrar sevmek istemiyor, kimsenin de onu sevmesini istemiyor ve daima yalnız olmayı tercih ediyordu. Evet, belki bu özelliklere sahip karakterlere başka bir sürü kitapta denk gelebiliriz ve bu karakterlerin birçok versiyonu olabilir. Hatta belki başına çok daha kötü şeyler gelmiş olan versiyonları bile olabilir. Ama Miles'tan geçen duygu o kadar gerçek ki, sayfalardan öyle bir akıyor ki içinize, başka bir şeyi düşünemiyorsunuz. Tek düşünebildiğiniz şey Miles'ın acısı, hissettiği suçluluk ve bunların birebir kendi içinizde yankılanması. Sanki o sizin suçluluğunuz, o sizin kaybınız, o sizin vicdan azabınızmış gibi bir yumru oturuyor boğazınıza.

Bunları söylüyorum çünkü ben kitap boyunca böyle hissettim. O yumrunun boğazımdan geçmesi ise kitabı bitirmemden daha uzun zaman aldı. Kitap bitti, saat sabah altı sularıydı, ve ben dönüp bir süre uyuyamadım. 

"Miles," dedim gülümseyerek, "bana aşık olmuşsun gibi bakıyorsun."
Kafasını salladı. "Sana aşık olmadım, Tate. Sana uçtum."

Ama Miles'ı çok sevmemin yanında kitap boyunca ona çok kızdığım yerler de oldu. Tate'e olan duygularını kabul etmek istemediği için girdiği çelişkili ruh halleri, kendisinin bile ne istediğini anlayamadığı zamanlarda Tate'i düşürdüğü durumlar, kendisini bekleyen aşktan ve kollarını açmış onu bekleyen kızdan kaçmak için yaptığı bütün o her şey düşünüldüğünde ağzına kürekle vurasım geliyordu. Ama bir yandan da onun sebeplerini, acısını anlıyordum. Bu yüzden ona kızdığımda bile bir yandan yaptıklarını hem kendisini hem Tate'i korumak için yaptığını görebiliyordum.

Ve bütün duygularını, acılarını ve Tate'e duyduğu aşkı kabullendiğinde dönüştüğü o adam o kadar güzeldi ki. Bütün acılarını, korkularını ve yaralarını Tate'e açtı, onu hep olduğu şekilde ama bu sefer gerçekten farkında olarak hayatının merkezine koydu ve onsuz olamayacağını kabullendi. Bu kabulleniş o kadar güzeldi ki insana iç çektirtip 'keşke ben de böyle bir aşk yaşasaydım' dedirtiyor.

"Geçmişim hakkında soru sorma," dedi kesin bir tavırla. "Ve hiçbir zaman bir gelecek bekleme."

Tate, bana göre çok güzel yazılmış bir kadın karakterdi. Ne istediğini, istediği şeylerin ne gibi zorluklar getirebileceğini, neyin kendisi için neyin kalbi için iyi olduğunu, nelerden vazgeçip nelerden geçemeyeceğini ve en önemlisi, ne hissettiğini çok iyi biliyordu. Miles'a kapılıp giderken daha en başında, ona aşık olabileceğini ve Miles'ın bunu asla istemeyeceğini, aşkına karşılık bulamama ihtimalinin çok yüksek olduğunu biliyordu. Ama bunlara rağmen onu bırakıp gidemez, hayatına kaldığı yerden devam edemezdi çünkü kalbi Miles neredeyse orada kalacak, en ufak bir umut için bile çırpınıp duracaktı. Ondan gelebilecek duygu yüklü bir bakış, sevgi kırıntısı taşıyan bir söz, umursandığını belli eden bir hareket bile Tate'in aralarındaki ilişkiye dair umudunu korumaya yetiyordu. Böylece bir gün Miles'ın ona her şeyi anlatabileceğine, onu hayatına kabul edeceğine olan inancını hep canlı tutmaya çalışıyordu.

Tate kitap boyunca Miles'ın geçmişine ulaşabilmek için çabalayıp durdu. Önce onun acısının boyutunu anlamak için yaptı bunu, daha sonra ise onu o acıdan kurtarabilmek için. Aşık olduğu adamın bir türlü anlatmadığı ve asla benliğinden atmadığı geçmişini ona anlatmasını bekliyor, bunun için onu ufak ufak zorluyor ve her başa döndüğünde bunu tekrar yapıyordu. Bütün bunları yaparken de karşılaştığı tutum yüzünden çok canı yanıyordu. Miles'ın duygusuz bir şerefsize dönüştüğü anlarda onunla mücadele etmek zorunda kalıyor, bir yandan da aşkına sahip çıkmaya çalışıyor ve sonunda hep kalbi paramparça oluyordu. Ama her seferinde, 'artık bu kadarı da yeter' deneceği anlarda bile en başa dönüyor ve tekrar deniyordu. Sevdiği adama ulaşmak, onu geçmişin hayaletlerinden kurtarmak ve kendi aşklarını korumak için elinden gelenin çok daha fazlasını yaptı. Sırf bu yüzden bile benim gözümde çok kaliteli bir kadın karaktere dönüşüyor.

"Tate," dedi ıstıraplı bir fısıltıyla. Yüzünü boynuma yaklaştırdı ve ellerinden biri belimi kavradı. "Lanet olsun, Tate." Diğer elini başımın arkasına koyarken dudaklarını boynuma dokundurdu. "Ne yapacağım?" diye fısıldadı. "Şimdi ne yapacağım?"

Bu soruyu sorma hakkını asıl kendimde buluyorum.

Lanet olsun, Miles. Seni tanıdıktan sonra şimdi ne yapacağım?





Yorumlar

Popüler Yayınlar