NARSİST / VI KEELAND & PENELOPE WARD || KİTAP YORUMU






Orijinal İsim: Stuck Up Suit
Yazarlar: Vi Keeland & Penelope Ward
Çeviri: Tuba Özkat
Sayfa Sayısı: 304
İncelemek İçin: Goodreads
Puanım: 4/5








TANITIM

Gün, her zamanki gibi başlamıştı.
Tren koridorunun öbür ucundaki adam beni büyüleyene dek.
Küçük dağları o yaratmış gibi telefonda birine bağırıyordu.
O takım elbiseli, kibirli adam kendini ne sanıyordu, Tanrı mı?
Aslında bir tanrıya benziyordu. O kadar.
Durağı geldiğinde aniden kalkıp gitti. O kadar aniydi ki telefonunu düşürdü.
Telefonunu ben almış olabilirim.
Tüm fotoğraflarını karıştırmış ve birkaç numarayı aramış da olabilirim.
Geri verecek cesareti toplayana kadar gizemli adamın telefonunu günlerce tutmuş olabilirim.
Şehrin öbür ucundaki havalı şirketine kendimi sürüklediğimdeyse beni görmeyi reddetti.
Ben de telefonu küstah pisliğin ofisine bıraktım.
Bu arada telefonunda edepsiz bir fotoğraf bırakmış olabilirim.
Mesaj atmasını beklemiyordum.
Konuşmalarımızın bu kadar ateşli olmasını beklemiyordum.
İkimiz ancak bu kadar zıt olabilirdik.
Fakat zıt kutuplar hakkında ne söylediklerini bilirsiniz.
Yüz yüze geldiğimizde, birbirlerini çekmekten daha fazlasını yaptıklarını keşfettik: Biz, birbirimizde kaybolduk.
Sürüklendiğim macera beni tamamen hazırlıksız yakalamıştı. Bu macera bittiğinde kendimi bulduğum yere hazır olmam da mümkün değildi.
Her güzel şeyin bir sonu vardır, değil mi?
Bizim sonumuzsa tahmin edilemezdi.

YORUM

"..Ama sana bir sır verebilir miyim?"
"Evet."
"Benim ödümü patlatıyorsun Soraya."
"Aynı şekilde."
"Ama bilmemi sağlayan şey de tam olarak bu."
"Neyi bilmeni?"
"Bunun gerçek bir şey olabileceğini."

Yok mu bize de bir Graham Morgan?

Vi Keeland, hem okuduğum Patron sayesinde hem de goodreadste yorumlarına güvendiğim arkadaşlarımın yorumları sayesinde, henüz sadece bir kitabını okumuş olsam dahi kalemine güvendiğim ve kitaplarını beğeneceğimden bir şekilde emin olduğum bir yazardı. Bu yüzden de çevirileri geldikçe kitaplarını almakta tereddüt etmeyeceğimi biliyordum. Bu yüzden de Narsist ilk çevrildiğinden beri aklımda olan ama bir türlü sipariş vermediğim, daha sonra da tükenen baskısı sebebiyle hiçbir yerde bulamadığım için okuyamadığım bir kitaptı. Her internet alışverişimde kontrol ediyordum ama sebebini anlayamadığım şekilde uzun bir süre kitabın stokları yenilenmedi. Artık en sonunda umudumu kesmişken rastegele bir siparişimde 'hadi tekrar kontrol edeyim,' demiştim ve stokta olduğunu görünce de anında sepete ekledim. Ama gelin görün ki, bu sefer de siparişim geldikten sonra kitabı okumayı ben erteleyip durdum. Kitaplığın önüne geçip sıradaki kitabı seçme aşamasında hep gözüm ona kayıyor ama 'şu an değil, şu an değil,' diyerek başka bir kitap seçiyordum. En sonunda 2020'ye güzel başlayayım diyerek Narsist'i okumaya başladım.

Finaller, teslimler ve jüri yüzünden her ne kadar uzun bir bölünme yaşasam da, söylemeden geçemeyeceğim kadar keyifli bir okuma süreciydi. Kitabı elime aldığım anda sayfalar akıp gidiyor, kitabı giderek daha çok seviyor ve sevgili Burnu Havada Takım Elbiseli Adam'ımız Graham yüzünden gülümseyip duruyordum. Ee madem bu kadar hızlı akıyordu, o gece bitirseydin ya dediğinizi duyar gibiyim. Sizi paragrafın başına alıyor ve kitabın bitmesinin neden bu kadar zaman aldığını fark etmenizi istiyorum. Çünkü o geceden sonra ödevlerden ve çalışmalardan başımı kaldıramadığım uzun 2 hafta geçmişti. Hemen peşine de rüyasız ve deliksiz uykuyla dolu bir 2 gün ve içine düştüğüm boşluk yüzünden hiçbir şey yapamadığım bir hafta sonu gelmişti ve en sonunda kitabı elime aldığımda,  aradan yaklaşık 3 hafta geçmişti.

Geç olsun güç olmasın demişler, ne yapalım.


"Doğru olduğunu düşündüğün şeyi yaparken tek bir önemli detayı unuttun.
Beni seni sevmekten vazgeçiremezsin."

Graham, hepimize ilaç gibi gelecek bir karakterdi. İşine bağlı, kararlı, meşgul ve bu meşguliyetin getirdiği gerginlikle çoğu zaman çalışanlarına kaba davranan, belli bir noktaya kadar da sinirli bir adamdı ancak bir diğer yandan da sevgi dolu, nazik, anlayışlı, hislerini dile getirmekten ve onları davranışlara dökmekten çekinmeyen bir adamdı. Soraya'nın onu nasıl etkisi altına aldığını daha ilk andan itibaren fark etmiş, bunu inkar etme yollarına girmeden olduğu gibi kabullenmiş ve o kadının kendi hayatını tamamen değiştireceğini anladığında da buna verdiği tek tepki, bunu memnuniyetle kabul etmek olmuştu. Başlarda sadece mesajlaşma ile süren ilişkilerinde bile aralarındaki çekim çok barizdi ve Graham daha o mesajlarda bile bunu açık açık belirtmeye başlamıştı. Soraya'nın yüzünü görmediği o ilk evrede bile sürekli ona yazıp duruyor, sadece sesini bile duymak için arıyor, onun söylediği en ufak şeylerle dahi açık açık ilgileniyor ve onu görmek için delirdiğini dile getirip duruyordu. Soraya'nın kimliğini keşfettikten sonra ise bu çekimin azalacağından endişelenmiş ancak düşündüğünün aksine ona duyduğu bütün o hisler katlanarak artmıştı. Sürekli onunla bir arada olmak istiyor, onun tek bir sözüyle bile bütün gün kafasını toplayamadığı için iş yapamaz hale geliyordu.

Graham'ın daha en başta Soraya'ya böyle bu kapılıp gitmesini ve tam olarak ne hissettiğini bilmediği halde bütün hislerini böyle kolay kabullenişini okumak çok güzeldi. Evet, en başta okurken acaba biraz hızlı mı oldu diye düşünmüştüm, yalan yok, ama daha sonra ben de Graham Morgan'a öyle hızlı kapıldım ki bu soruyu sormamın çok yersiz olduğunu fark ettim. Soraya'ya giderek daha fazla aşık oluşu ve ondan hiç kopamayacak hale gelmesi, her akşam onu görmek için plan yapması, etrafına ördüğü güvensizlik duvarı yıkıldıkça o işkolik, sert ve sinirli adamın sürekli gülümseyen, sevgisini gösteren o adama dönüşmesi aşırı tatlı ve aşık olunasıydı. Üstelik kitap boyunca bir kez olsun bu hislerinde bir azalma, sekteye uğrama ya da geri plana düşme olmadı. Aşkı da, arzusu da, yanında değilken duyduğu özlem de hiç azalmadı.

Spoiler olacağı için söyleyemiyorum ancak okuyanlar neyden bahsettiğimi çok iyi anlayacaktır, yazarın hikayeye soktuğu ve benim nefret ettiğim o detaydan sonra bile hayatlarında yaşanan depreme ve bunun getirdiği yeni sorunlara, sorumluluklara, kafa karışıklıklarına ve korkulara rağmen Graham'ın emin olduğu tek şey Soraya'ya duyduğu aşktı ve aralarındaki ilişkinin bozulmasına, yıpranmasına, kötü yönde en ufak bir değişiklik geçirmesine izin vermedi. Onun kafasında oluşan ve oluşabilmesi muhtemel her soru işaretini giderdi, ona olan hislerini sürekli gösterdi ve ne olursa olsun, onun kalbindeki yerinin değişmeyeceğini açıkça kanıtladı. Hiçkimsenin ilişkilerine karışmasına, onu bozmasına izin vermedi, en azından elinden geldiğince bunu engelledi. Sevdiği kadını kaybetmekten korkarak yaptığı bütün bu davranışları o kadar anlamlıydı ki gözümde anlatamam. Adamın bendeki değerini daha da arttırdı.

"Koyu pembe ne anlama geliyor?"
Gözlerimin içine baktı. "Aşk. Aşığım demek oluyor."

Soraya, benim çok sevdiğim bir çizgide yazılan ve bu yüzden de kendisini sevmemin çok kolay olduğu bir karakterdi. Genellikle yazılan aptal-saf-kararsız kadın tiplemeleri tufanına katılmamıştı, kendi ayakları üzerinde durabilen, kararlı, öfkesini veya arzusunu saklamaktan çekinmeyen, erkek karakter karşısında her ne kadar erise dahi bütün yelkenlerini anında suya indirmeyen, Graham'a aşık olduğunun farkına vardığında bunu olgunlukla kabul eden, akıllı ve çekinmeden ne düşündüğünü söyleyen bir karakterdi.

Graham'a daha en baştan duyduğu hislerin hayatını ne denli değiştirebileceğini biliyor, sahip olduğu güven sorunlarıyla çakışan duygularına rağmen dengesizce davranmıyor ya da o hisleri yok saymıyor, aksine güven sorunlarını aşmaya çalışıyordu. Graham'ın açıkça gösterdiği ilgi karşısında korkup onu uzaklaştırmaya çalışmamıştı ama aptal karakterler gibi anında adamın kucağına da atlamamıştı. Aralarındaki ilişkinin temelinde ikisi için de en önemli etkenlerden birinin güven olduğunu iyi biliyordu, bu yüzden birbirlerini tanıma evrelerine özellikle önem vermiş ve buna göre hareket etmişti. Birbirlerine karşı hissettikleri çekim bu tanıma evresini çok zor kıldığı zamanlarda bile kararına bağlı kalmıştı. Bazen bu kararlılığıyla Graham'ın öyle bir kıvranmasına sebep oluyordu ki o sahneleri okumak aşırı keyifliydi. Sürekli gülümsediğim sahnelerin bazılarının bu sahneler olduğunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim.

Soraya'nın en güzel özelliklerinden biri de Graham'la beraber olmaya başladıktan sonra en az Graham'ın onunla ilgilendiği kadar onunla ilgileniyor oluşu, ama bunu yaparken de kendi hayatını terk etmeyişiydi. İşini savsaklamamış, alışkanlıklarını değiştirmemiş, kendisini kendisi yapan özelliklerden vazgeçmemişti. O sevmediğim olay yaşandıktan sonra da hissettiği duygular bence tamamen normaldi. Tek tek yıktığı güvensizliklerin kafasına doluşması, ileride olabilecek olayların gidişatından korkması ve çekinmesi çok doğaldı çünkü o olay o kadar büyüktü ki, Soraya'nın zaten böyle hissetmesi gerekiyordu. Bütün bu kafa karışıklığıyla boğuşurken Graham'ın da desteğiyle durumu çok iyi idare etmişti ve bunu yaparken de kendi desteğini Graham'dan esirgememişti. Soraya'ya kızdığım tek konu, yaptığı 'o' hataydı. Başkalarının fikirlerinden etkilenmiş ve kendi yaralarının davranışlarını etkilemesine izin vermişti, bunun geri dönüşü olarak da sinir olduğum ve küfrettiğim bir 30 sayfa okumama sebep olmuştu. Ama tabii ki bu tek hatası, karakteri sevmeme engel olamadı. Güzel yazılmıştı ve hep görmeyi istediğimiz bir kadın karakter örneğiydi.

"Nasıl tanıştığımızı unutmayalım. Artık her sabah trene biniyorum."
"Artık mı? Yani öncesinde binmiyor muydun?"
Yüzünde bir gülümseme belirdi. "Yıllar sonra ilk defa trene bindiğim gün telefonumu kaybettiğim gündü. Şoförüm o hafta tatildeydi."
"Ama o zamandan sonra da binmeye devam ettin?"
"Artık bir sebebim vardı."


Karakterler dışında kitaba genel olarak bir değinecek olursam, hikayeyi işleyişi bakımından güzel yazılmış ve hızlı okunabilen, içine kolayca dalabildiğim ve kendimi olaylara kaptırabildiğim, zaman zaman gülümseten ama zaman zaman da çok sinirlendiren bir kitaptı. Her ne kadar olay örgüsünün içine dahil edilen o büyük detaydan nefret etsem dahi-çünkü hadi ama, ne gerek vardı ki bu karışıklığa- genel anlamda kurgu boşlukları olmayan, keyifle okuduğum ve iyi ki okumuşum dediğim güzel bir hikayeydi. Evet, zaman zaman olması gerektiğinden daha hızlı aktığını düşündüğüm kısımları da oldu, özellikle de o Chloe kısmı, ancak bir süre sonra o sahneler de ana kurguya yedirilerek daha doğal aktarılmaya başlanmıştı. Beni kitabın başından sonuna kadar rahatsız eden tek konu Genevieve'di. Sinsinin ve içten pazarlıklının teki olarak beni bütün sahnelerinde sinirlendirdi.

Bunlar dışında Graham ve Soraya'nın ilişkilerinin gidişatı ve duyguların işlenişi de çok güzeldi. Birbirleriyle olan iletişimleri, aralarında tek bir huzursuzluk yeşerse hemen konuşarak çoğunu ortadan kaldırmaları ve basit yanlış anlaşılmalarla hikayenin mahvolmayışı, Ida'ya Sor köşesi üzerinden birbirlerine çeşitli mesajlar vermeleri gerçekten okuması çok keyifli detaylardı. Bütün bu sebepleri topladığımda da gönül rahatlığıyla kitaba 4 yıldızı yapıştırabiliyorum çünkü bunu sonuna kadar hak etti.

Ne diyeyim, keşke bize de bir Graham Morgan olsaydı.

Yorumlar

Popüler Yayınlar