KÖTÜLÜK TOHUMLARI (KATİLLER ÇETESİ #4) /J. A. REDMERSKI || KİTAP YORUMU
Orijinal İsim: Seeds of Iniquity
Seri Sıralaması: #4
Yazar: J. A. Redmerski
Çeviri: Murat Karlıdağ
Sayfa Sayısı: 368
İncelemek İçin: Goodreads
Puanım: 3/5
TANITIM
Victor Faust'un yeni Birlik'i hızla büyümektedir. Fakat çete üyeleri arasındaki ilişki, beklenmedik birdüşmanın, örgütteki kişilerin sevdiği insanları kaçırmasıyla derinden sarsılır. Düşmanın, kaçırdığı kişileri serbest bırakmak için çetenin karanlık sırlarını kendisine itiraf etme koşulu koymasıyla da işler iyice karışır.
Oysa Nora adında, genç ve güzel bir kadın olan bu son derece tehlikeli düşman, çete üyelerinin birbiriyle ilgili bildiklerinden çok daha fazla şeye vakıftır. Gelgelelim örgütün elinde bu kadına dair hiçbir ipucu yoktur. Üstelik çok geçmeden kadının gerçek niyeti tüm çıplaklığıyla ortaya çıkıp Birlik’i yeni başlangıçlar yapmaya zorlayacak ve hatta yıkıma sürükleyecektir.
Oysa Nora adında, genç ve güzel bir kadın olan bu son derece tehlikeli düşman, çete üyelerinin birbiriyle ilgili bildiklerinden çok daha fazla şeye vakıftır. Gelgelelim örgütün elinde bu kadına dair hiçbir ipucu yoktur. Üstelik çok geçmeden kadının gerçek niyeti tüm çıplaklığıyla ortaya çıkıp Birlik’i yeni başlangıçlar yapmaya zorlayacak ve hatta yıkıma sürükleyecektir.
YORUM
"Katil olmak zor işti. Üstelik bu durum sadece akla gelebilecek ilk nedenlerle ilintili de değildi. İnsan böyle bir hayat sürdüğünde, sadece suçluları, düşmanları ya da hedefleri değil, aynı zamanda sevdiği her şeyi ve herkesi öldürüyordu."Açık açık söyleyeyim, ben bu kitabı o kadar da sevemedim.
Kuğu ve Çakal yorumumu okuyanlar bilir, o kitabı o kadar beğenmiştim ve serinin gerçekten de giderek güzelleşeceğine o kadar inanmıştım ki bu kitabın da benden en az 4 puan almasını bekliyordum. Çok seveceğimi ve giderek seriye olan puanlarımın yükseleceğini düşünmüş, kitaba da kesin seveceğim gözüyle bakmıştım. Gel gelelim ki bütün bu beklentilerimden ve Kuğu ve Çakal'ın güzelliğinden sonra Kötülük Tohumları benim için bir miktar hayal kırıklığı oldu. Seride olmasını istediğim ve okumayı beklediğim aksiyonu, olay örgüsünü, okurken beni sürüklemesini beklediğim heyecanı bir türlü alamadım ve her ne kadar kitaba karşı olumsuz bir his beslemesem de bir türlü içime sine sine ve severek okuyamadım. Hal böyle olunca da okuma sürecim de yorum yazma sürecim de baltalandı çünkü hevesim kırılmıştı a dostlar. Ama en sonunda, bütün ertelemelerimden sonra en nihayetinde buradayız.
Haydi bakalım.
"Önümdeki kapıya baktım. Kapının diğer tarafında, buraya gelip hepimizin hayatını altüst etmeyi başaran, canlı bir silah... bir kadın vardı."
Nora Kessler, bütün yönlerden bakıldığında gerçekten güçlü bir karakterdi. Manipüle etme yeteneği, dayanıklı iradesi, karşısındaki kişi tarafından delinmesi zor olan psikolojik zırhı ve fiziksel dövüş yeteneği düşünüldüğünde bu çeteye cuk oturan ve bence golden trio olan Victor-Niklas-Fredrik üçlüsünden sonra bu hayata en iyi uyum sağlayabilecek karakterdi. Elleri ve ayaklarından bir sandalyeye bağlanmış vaziyette penceresiz bir depoda tutulurken bile karşısındaki insana emir verebilecek kadar özgüvenliydi, kendisine yapılabilecek hiçbir muameleyi umursamıyordu ve yaptığı her şeyin tek bir amacı olduğunu sürekli belirtiyor, sonucu ölüm olsa dahi o amaca ulaşacağı konusunda kesin bir tavır sergiliyordu. Karşısındaki kişiyi çok iyi yönlendirebiliyordu ve böylece var olduğunu dahi bilmediği gerçekleri zaten bildiğine inandırarak o kişinin her şeyi itiraf etmesini sağlıyordu. Yani aslında bu kadar güçlü oluşuyla benim sevdiğim karakterler arasına çok rahat girebilmesi gerekirdi. Ama giremedi.
Kitabın yorumlarına bakmadığım için okuyanlar genel olarak ne düşündü bilemiyorum ama bana kalırsa Nora gerçekten itici bir karakterdi. Yani tamam, zekice davranıyordu ve zekice konuşuyordu ama bu sahnelerinde bile benim için ortalığı karıştırmaya gelen sinsi karakterden başka bir konuma geçemedi. Onu öldürmek istediği halde ona hayran olan Izabel'deki gibi bir etkiyi bende asla yaratmadı. Hatta tavırlarıyla o kadar sinirimi bozuyordu ki bir an önce birisinin kafasına sıkmasını istiyordum ancak Nora'nın kitabın sonunda geleceği konumu daha önceden bildiğim için de bunun gerçekleşmeyeceğini- en azından benim istediğim anda- biliyordum. O yüzden de ona katlanmak benim için daha da zor oluyordu.
Damdan düşer gibi Birlik'in içine dalarak hepsinin hayatını çorba gibi karıştırması ve ilişkilerini zedelemesi, onların da Nora'ya bu gücü vermesi okuma süreci boyunca canımı en çok sıkan noktalardan biriydi. Çünkü eğri oturup doğru konuşalım, Nora ne kadar zeki olursa olsun yapabildiği her şeyin sebebi, bizimkilerin bunu sağlamasıydı. Nora'nın kaçırdığı ve ölümüyle tehdit ettiği kişilerin grubun yarısı için hiçbir önemi yoktu ve kolayca bu oyunu oynamayı reddedebilirlerdi. Ama sırf diğerlerinin zaaflarını koruyabilmek için her şeyi kabul ettiler ve bu da bir depoda bağlı olsa bile bütün avantajın Nora'da olmasını sağladı. Hepsinin sınırlarını zorladı, dostluklarını da iş bağlantılarını da parçaladı ve karakterlerindeki ve geçmişlerindeki bütün yaralarını tekrardan deşti.
Şüphesiz ki Nora'nın Birlik'te en çok zarar verdiği kişi Izabel'di ve Kuğu ve Çakal'da sevmeye başladığım o güçlü karakterin bu hale düşmesi beni acayip kızdırdı. Yani tamam, zaten aşırı güçlü bir psikolojisi olan ve yaralarından beslenerek güçlenen, golden trionun seviyesine gelmiş bir karakter değildi ama her gün kendisini geliştirmeye başlamış olan bir karakterdi, giderek güçleniyordu. Ama Nora'nın tek bir kişiyi kaçırmasıyla bütün o karakter gelişimi resmen çöpe gitti. Bulundukları durum karşısında soğukkanlılığını koruyarak güçlü bir duruş sergilemesi gerekirken Izabel birden bire sinirlerine hakim olamayan, katiller çetesinin bir üyesi gibi değil de liseli bir kız gibi davranan, kendine asla güvenmeyen ve bu güven sorunlarını da gizleyemeyen, açık bir kitap gibi okunabilen bir karaktere dönüştü. Her ne kadar sinirlerine hakim olamayıp Nora'ya attığı dayaklar çok keyifli olsa da bu sahnelerde bile kontrollü olması gerekirdi. Ama onun kendisini kışkırtmasına, aşağılamasına ve kendine olan bütün güvenini parçalamasına izin verdi. Bunun sonucunda da iyice beni deli eden bir hale büründü. Sürekli Victor'a kendisinin beceriksiz olup olmadığını sorup durdu, gruptakilerin onun becerilerine güvenmediğinden yakındı, gerçekten beceriksiz olduğuna inandı, hala geliştirmekte olduğu eksiklerini olduğu gibi gözler önüne serdi. Olmayı seçtiği ve olmak için çabaladığı Izabel karakteri gitmiş, yerine Sarai gelmişti. Eğer yapabilseydim, bütün kitap boyunca Izabel'i omuzlarından tutup sarsar ve aptallık etmemesini söylerdim.
Nora'nın parmağında döndürmeyi başardığı diğer karakterlerden falan bahsetmeyeceğim çünkü açıkçası onların hikayeleri en azından bu kitap içerisinde ilgimi hiç çekmedi. Sadece Dorian bizimkilerden birisi olduğu için onun başına gelene ve ekiptekilerle olan dostluğunun zedelenmesine bir miktar üzüldüm ama o da aynı Izabel gibi profesyonelliğini kaybettiği için gözümden düştü. O yüzden onları boş verip bu kitabın alfasına, Nora'nın elinde oynatamadığı o kişiye gelelim.
Niklas Fleischer.
Kısık bir sesle, "Bu iş bitince de seni öldüreceğim. Bunu unutma," dedim.
"Bunlar boş laflar," dedi, yüzünde duygudan eser yoktu. "Böyle tehditlere pabuç-"
"Tehdit etmiyorum," diye sözünü kestim. Parmağımı ona uzatıp, "Kimsenin sevdiğine, bu işin içine girmek istememiş masumlara ya da bizim gibi pek de masum olmayan birileriyle içli dışlı olmuş insanlara ilişmemeliydin. Sadece korkaklar arkadan vurur. Birimizden bir şey talep edeceksen, arayıp o kişiyle iletişime geçmen gerekirdi."
Konuş be yiğidim!
Niklas'ı ilk kitaptan beri, zaten seri içerisinde kendisine ait çok fazla karakter arc'ı işlenmediği için öyle bayılarak sevmiyordum ama ilk kitaptan beri Sarai'den nefret etmesi bile onun tarafına yazdığım bir artı puandı. Üstelik daha sonra Izabel'e olan bu nefretinin kardeşine duyduğu saygının önüne geçmesine izin vermeyerek onunla çalışabilecek kadar soğukkanlı olması, Izabel'i sevmeye başladığımda da Niklas'ın da aslında ona olan nefretinin yerini yavaş yavaş, sürekli ona sataşıp laf soktuğu ama önemsediği bir kız kardeş hissiyatına bırakması gerçekten güzeldi, böylece ağır ağır da olsa işlenen güçlü bir karaktere dönüşmüştü Niklas, Victor'un ezik kardeşi falan değildi. Bu yüzden zaten hikayesini okumayı merakla beklediğim bir karakterdi ancak bu kitaptaki o kendinden emin karakteriyle gözümdeki konumunu çok daha fazla yükseltti. Kitabın başından sonuna kadar, ne hissederse hissetsin soğukkanlılığını bütünüyle korudu, Nora'nın manipülasyonlarının kendisine ulaşmasına asla izin vermedi ve onun oyununu sırf diğerleri için kabul etmiş olsa dahi, bunu yaparken bile sadece kendi kurallarına göre hareket etti. Anlatmayı istemediği hiçbir şeyi anlatmadı. Kışkırtmalarla ya da anlattıklarının verdiği üzüntüyle kontrolünü yitirmedi. İtiraf ettiği hiçbir şeyin geçmişin hayaletleriyle tekrar geri dönmesine izin vermedi. Çok zekice hareket etti ve kitabın sonunda aldığı o darbe karşısında bile giydiği zırhın delinmesine izin vermedi. Acısını da, öfkesini de alıp kendi bildiği şekilde yaşamayı seçti. Nora'nın üstünlük kuramadığı ve zor durumdaki tarafın o olduğunu hissettirebilen tek kişiydi.
Şimdi ben bu adama nasıl düşmeyeyim?
Ayrıca yukarıda da dediğim gibi, ilk kitapta gösterilen nefret dolu ve etkisiz karakter imajından bu kitapla beraber tamamen sıyrıldığını görmek inanılmaz keyifliydi. Şu an için seride hikayesini okumayı merakla beklediğim tek karakter konumuna gelmiş durumda ve sadece ana hikayesinin değil, bundan sonra içinde bulunacağı her sahnenin cidden güzel ve karizmatik geçeceğine eminim. Ve Fredrik'in tekrar o duygu dolu adama dönebilmesine dair tamamen umudumu kestikten sonra seride böylesine bayıldığım bir karaktere kavuşmak gerçekten çok güzeldi.
Fredrik'ten konu açılmışken onun bu durum karşısındaki tavrından da bahsetmeden geçemeyeceğim.
Fredrik'in Cassia'yı kaybettikten sonra nasıl duygusuz, sadece işkenceye odaklanmış bir cinayet makinesine dönüştüğünü ve bütün arkadaşlık ilişkilerinden dahi kendisini nasıl soyutladığını zaten Kuğu ve Çakal'ın sonunda görmüştük ancak bu kitapta bu bilgi çok daha açık bir şekilde ortadaydı. Victor'la olan patron ilişkisinin dışında hepsiyle bağını kesmiş, bu olaya bile sırf Victor istediği için dahil olmuştu. Ama bunu yaparken bile kendi yöntemlerini kullanarak yapması, Nora'nın kendisinden tek bir bilgi bile almasına izin vermemesi tam ona yakışır bir davranıştı ve bunun görmezden gelinerek karakterinin zedelenmemesi güzeldi. Aksi takdirde herkesle ilgisini böyle kesip de sıradan bir manipülasyonla o duygusuzluğunu kaybetseydi güçlü olarak işlenmiş karakteri benim gözümde büyük bir darbe alacaktı. Ki zaten uzman olduğu işkence konusunda bile istediğini alamadığı bir sahne okumuşken bunun olmasını asla istemiyordum. Soğukkanlı, duygusuz, içi boşaltılmış bir hayat yaşamayı seçmiş ve bir ölüm makinesine dönüşmüşken, sevgisini bile zaman zaman ürkütücü bulmama rağmen sevdiğim bu adamdan tamamen umudumu kesmişken en azından iradesini hala koruduğunu görmek istiyordum ve neyse ki bu konuda zerre hayal kırıklığına uğramadım. Ancak son sahnesinin onun şu anda olduğu ölüm makinesiyle pek fazla uymadığını ve bu yüzden de beni şaşırttığını söylemem gerekiyor. Ve bu sahneyi onaylayıp onaylamadığım konusunda kesin bir kararım da yok, tam olarak ne hissedeceğime karar veremeyeceğim kadar kısa ama beni merak ettirecek kadar da beklenmedik bir sahneydi. Ve içimde ufak bir umut kıvılcımı çakmadı diyemesem de yine de iyi mi yoksa onun karakterini zedeleyecek kötü bir hikayenin ilk sahnesi mi olduğuna karar veremiyorum. Bütün bu kararsızlığıma rağmen, Fredrik geri dönmesi o kadar zor bir noktada bulunuyor ki, sırf bu yüzden o sahne üzerinden Fredrik için nasıl bir hikaye işleneceğini gerçekten merak ediyorum.
".. Fakat, gözlerime bak, Izabel," dedi ve durdu. Elleri nazik bir şekilde yanaklarımı sıkıştırdı. "Gözlerime bak ve karşında, senin için her şeyi göze alabilecek bir erkek görmediğini söyle bana. İnsanların bakışlarını okuyabilme yeteneğinle, sana aşık olan, senin için cinayet işlemeyi, kendini öldürmeyi göze alan bir erkek görmediğini söyle."
Çoğu okuyucunun aksine Victor benim favori karakterim değil, yalan yok. Hele de Niklas ve Fredrik'ten sonra hiç değil. Ancak serinin ilerledikçe karakterleri daha güzel işlemesinden midir bilmiyorum, kendi hikayesi olmamasına rağmen Victor'un Sarai'yi ne kadar sevdiğini en çok bu kitapta görebildik bence. Onun bütün güvensizliklerini gidermeye, içindeki kuşkuları dindirmeye o kadar çok çabaladı ki, Izabel'in bunları görmezden gelerek zayıf karakterler gibi davranması daha da sinir bozucu bir hal almıştı. Sürekli Victor'un ona olan aşkından şüphe duyuyordu, ona 'ben senin için bir zayıflık mıyım?, bana güvenmiyor musun? ben beceriksiz miyim?' diye sorular sorup duruyordu ve ben bu sahnelerde yaka silkerken Victor'un ona sabırla ve sevgiyle yaklaşması da takdir edilesiydi, doğruya doğru. Izabel'in kendisi için nasıl bir konumda olduğunu, ona olan aşkının kendisine engel teşkil edeceği durumlarda bile aşkını seçeceğini, bütün o kontrolü elinde tutan profesyonel tavrına rağmen Izabel'in sahip olduğu tek zaaf olduğunu, bütün bunları kabullenmekten de asla gocunmadığını açık açık gördük ki Victor'un bu aşık haline bu kadar ayrıntılı tanık olmak da çok keyifliydi. Bütün bu olayı bile sırf Izabel için kabul etmiş, Birlik'ine dair bilgilerden bile daha önemli olan, benim önceki sayfalarda tahmin ettiğim ancak daha sonra olmadığını düşünerek şaşırdığım, gerçekleşince de 'biliyordum!' dedirten itirafını sırf Izabel için yapmıştı.
Hey gidi hey, ne aşklar var be.
Golden trio'nun karakter gelişimlerinin genel olarak bu kadar güzel işlenmesine rağmen kitabın benim için bu kadar sıkıcı geçmesinin Izabel ve Nora dışındaki diğer nedenleri ise, kitap boyunca diyaloglar ve ana kaçırılma olayı dışında hiçbir olayın gerçekleşmemesi ve timeline çizgisinin sadece 1 haftayı kapsaması, hatta bu yetmezmiş gibi kitabın yüzde doksanlık kısmının da sadece 48 saati anlatmasıydı. Ve ben hiçbir olayın gerçekleşmediği bir timeline çizgisinin bu kadar yavaş akmasını okumaktan nefret ederim. Üstelik söz konusu kitap bir serinin 4. kitabı olunca ve doğal olarak bir sürü olayın gerçekleşeceği bir hikaye okumayı beklerken böyle bir timelinela karşılaşınca bu durum canımı çok daha fazla sıkıyor. Allah aşkına nasıl sıkmasın, 250 sayfa boyunca sadece iki günü okuduk ya, iki! Ayrıca bu iki gün boyunca da Nora ile yapılan konuşmalar ve bizimkilerin kendi aralarındaki muhabbetleri dışında hiçbir şey olmadı. Ama çok şükür ki kitap cidden akıcıydı ve bütün o olaysızlık bile hızlıca okunabiliyordu, bir bakıyordum ki tek seferde yarısına gelmişim ve kitabı bir sonraki sefer elime alışımda da bitirmişim. Yani o sıkıcılık sorunu kesinlikle hikayenin okunabilirliğinde değildi, okuduğumuz diyalogların çoğunda da yoktu ve zaten karakter gelişimlerinin çoğu da başarılıydı. Kitabı bütün bu iyi yönlerine rağmen benim gözümde sıkıcı yapan asıl nokta kitabın heyecandan ve aksiyondan tamamen yoksun olmasıydı. O kadar kaçırılma var, kavga var falan da demeyin lütfen, serinin 4. kitabında kıytırık bir kaçırılmayı okumayı hak etmedik.
Hayır kaçırılan insanlar da ayrı kıytırık ya, neyse.
Sanki bir şey daha diyecektim ama başka cümleyi içime sinecek şekilde yazmaya çalışırken unuttum, zaten sizin de bu nasıl yorum, kitabı mı yazdın dediğinizi duyar gibiyim. Ama elden bir şey gelmiyor, galiba aşırı kısa yazacağım çünkü hiç hevesim yok diye başlamıştım bu yoruma da, şu anda geldiğimiz noktaya bakın.
Neyse.
Serinin kalanında böyle bir geçiş kitabı daha olacağını düşünmüyorum açıkçası, o yüzden neyse ki devam kitaplarına dair motivasyonum hala yerinde. Hele de onlardan birisinin Niklas'ın kitabı olduğunu bildiğim için bu motivasyonun düşmesi zaten pek de mümkün değil. Bu yüzden arayı çok uzatmadan da seriye devam etmeyi planlıyorum ama bakalım, belli olmaz. Ve son 5 dakikadır düşünmeme ve yazıp yazıp silmeme rağmen bitiş cümlesini bir türlü içime sinen bir şekilde bulamadığım için de yorumu, yorumu bitirdiğimi söyleyen bu cümleyle bitirmek istiyorum.
Nasıl fikir ama?
Bence çok zekice.
Yorumlar
Yorum Gönder