KRİSTAL TAÇ (AIR AWAKENS #5) / ELISE KOVA || KİTAP YORUMU
Orijinal İsim: Crystal Crowned
Seri Sıralaması: #5
Yazar: Elise Kova
Çeviri: Mustafa Güdük
Sayfa Sayısı: 416
İncelemek İçin: Goodreads
Puanım: 5/5
"Biz bitireceğiz. Ve ikimiz birlikte huzur dönemi hükümdarları olacağız."
Aslında hiç 5 puanı hak etmiyor ama sanırım biraz yufka yüreklilik yapıyorum. Normalde görülmüş şey değil, başımıza taş yağmaz umarım.
Hava Uyanıyor serisi en başından beri dört kitap boyunca fantastik açıdan bana istediğimi veremeyen, anlattığı kadarıyla hikayeyi benim gözümde yükseltemeyen ve ana kurgusu için değil de daha çok karakterlerinin ilişkileri için okuduğum bir seriydi. Son kitaba başlarken bu konumunun değişmesini istiyor ve ümit ediyordum çünkü artık bir şeyler olmasının vakti gelip de geçmişti, serinin sonuna gelmiştik ve ana kurgu hiç detaylandırılmamıştı. Güzel bir fantastik okumak istediğim için de bunun olmasını, daha önce anlatılan ve varsa anlatılmadan atlanılan gerçekleri deşebilmeyi istiyordum. Ama gelin görün ki, kitap boyunca tek bir olay dışında fantastik açıdan beni heyecanlandıran hiçbir şey olmadı.
Rüzgargüdücü güçleri, krital mağaraları ve kristallerin güçleri, insanlara ait olmayan bu gücün kullanımı ve doğuracağı sonuçlar üzerine hemen hemen hiç değinilmemişti ve değinildiği kısmı da dümdüz bir şekilde, daha fazla ayrıntı saklayamayacak kadar sade anlatılmıştı. Geçmişteki Kristal Mağaraları savaşının konusu bir daha hiç açılmamıştı, Victor'un Kristal Gücü'nü nasıl kullanabildiğine, bu yasak gücü kullanmanın ondan neyi götürüp götürmediğine hiç girilmemiş, o gücü kullanarak oluşturduğu kaosa dair birkaç hikaye dışında başka bir şey anlatılmamıştı. Vhalla, Aldrik ve ekibin kalanının aldığı haberlerde başkentte neler yaşandığına dair 'korkunç' anılar yer alıyordu ama bu olaylara gerçekten dahil olamadığımız, bu sahneleri okuyup dehşeti ve kaosu hissedemediğimiz için gerçek bir tehdit gibi değil de göz önüne getirebildiğimiz ufak görüntülerle sadece mide bulantısına sebep olan yaratıklar gibi geliyordu. Victor'un neler yaptığını başka karakterlerden öğreniyorduk ama olması gerektiği şekilde dehşet hissettirmiyor, bizimkileri gerçekten zor duruma düşürecek ve birden fazla çözüm bulmalarını gerektirecek bir sorun gibi gelmiyordu. Girecekleri savaş da, o savaşa hazırlık aşamasında aldıkları yollar ve bu sırada başlarına gelen olaylar da, kurdukları stratejiler de oldukça basit kurgulanmıştı ve bu da hikayenin çarpıcı bitebilme şansını alıp götürmüştü.
"Geri dönmeni söyleyerek sana hakaret etmeyeceğim," dedi Vhalla sesinin biraz daha güçlü çıkmış olmasını umut ederek.
"Öyleyse ben de aynı şekilde davranacağım." Aldrik ona döndü ve birbirlerine baktılar. Fırtına öncesi sessizliktelerdi. "Veda etmeyeceğim."
"Öyleyse ben de aynı şekilde davranacağım," diye tekrarladı Vhalla.
Vhalla önüne dönünce Aldrik onu kolundan yakaladı. Normalde onu kendine çekerkenki gücü kalmamıştı ve Vhalla da normalde yaptığı gibi ona doğru atılmamıştı belki ama umutsuz öpücüklerinin bir ağırlığı vardı hala. Vhalla'ya ilk öpücüğü gibi gelmemişti; bundan daha öte, daha saf, her ikisinin de söyleyemediği kelimelerle ağırdı. Kısacık bir an için dudakları karıncalanırken Vhalla ikisinin de yalan söylemiş olma ihtimalini düşündü, belki de vedaları buydu.
Aldrik'in 4. kitapta yerine oturan karakteri hiç çizgisini bozmadan ilerlemiş, düşmüş bir tahtın imparatoru olmanın ve o tahtı geri almak için savaşması gerekmesinin sorumlulukları da omuzlarına yüklenmiş ama bunlarla çok iyi başa çıkmış, toplantılara gömülüp aşık olduğu kadını görmeden günler geçiren bir adama dönüşmemişti. Kitapta genel olarak aşk sahnesi pek yazılmamıştı çünkü yazar her ne kadar detaylarına girmese de nihai sonda gerçekleşecek olan savaşa odaklanmıştı ama bu sıralarda bile Aldrik'in Vhalla'ya destek oluşunu, onunla en ufak bir an geçirmek için bile birçok şeyi tehlikeye atabilmesini, onun için deli gibi endişelenmesini ama Vhalla'nın kötü durumda olduğunu görünce bütün endişesini yutarak onu önemsemesini, kalbi kırıldığında dahi sırf Vhalla için güçlü durarak bütün o kırgınlığını yok saymasını çok iyi görebiliyorduk. Ailesini kaybetmenin acısını bile içinde yaşayarak artık halkına liderlik etmesi gerektiği gerçeğini kabullenmişti ve aslında bu kitapta vereceği ilk kayıp da değildi. Kesişim'de olan olayda hem Vhalla ile ilişkisi konusunda hem de gelecek planlarına olan güveninde büyük bir darbe yemişti ama bunun verdiği acıyı bile Vhalla'nın yanında olabilmek için önemsememişti. İkisinin de yaşadığı bu acıyı bir süre sonra geride bırakmışlardı ve bu konuda Aldrik'in hem kendisine hem Vhalla'ya gösterdiği destek çok büyüktü.
İmparatorluğa ve tahtını geri almaya dair attığı her adımda Vhalla'nın da yanında olduğundan emin olmuş ve onsuz bir geleceği reddetmişti. Aşık olduğu kadının İmparatoriçe olacağını her hareketiyle ve her sözüyle belli ediyordu, insanların önünde açıkça dile getiriyordu ve Vhalla gücüne sahip olsun ya da olmasın savaş konseylerinde de cephede de savaşabileceğini, savaşta bile daima beraber olacaklarını sürekli belirtiyordu. Vhalla'yı korumak için üzerine düşüyordu ama bunu onu boğacak ya da kısıtlayacak biçimde yapmıyordu. Daniel ile Vhalla arasında geçmişte oluşmuş belirsiz duygu karmaşalarıyla dolu durumu öğrendiğinde de bunu saygıyla karşılamış, eğer bir kıskançlık hissettiyse de bunu zerre belli etmemişti. Vhalla'nın kararlarına, isteklerine ve korkularına değer veriyordu ve Vhalla bile imparatoriçelik konusunda kendine güvenmediğinde en çok Aldrik ona güveniyor, onun yanında oluyor ve vermesi gereken karar ne olursa olsun ona destek oluyordu. Sevdiği kadın kafasına göre davranarak ikisini de tehlikeye attığında, acı çekmelerine sebep olduğunda ve gelecek hayalleriyle ördükleri mutluluk kozaları bir anda mutsuz haftalarla dolup taştığında bile Vhalla'yı düşünüyor, onun sağlık durumuyla kendisininkinden fazla ilgileniyor ve Vhalla yine beni çileden çıkartacak kadar aptalca davranırken Aldrik çektiği acıyla eriyip gidiyordu. İlişkilerinde yaşadıkları mutsuzluk onu önlerindeki savaştan çok daha fazla etkiliyordu ve yazar her ne kadar aşk sahnelerini geçiştirmiş olsa da Aldrik ne kadar güzel bir karakter olduğunu çok güzel gösterebiliyordu.
"Kalpsizin teki olabiliyorsun," diye zayıf bir sesle karşılık verdi Vhalla hafifçe gülümseyerek.
"Beni incittin." Aldrik ellerini onun beline koydu. "Kalpsizsem bunun sebebi kütüphaneci bir kızın kalbimi çalmasıdır."
"Bu süslü laflarınla beni kandırabileceğini mi sanıyorsun?" Vhalla başını kapı çerçevesine yaslayıp utangaç bir edayla ona baktı.
"Sanırım bunu yapabilirim," dedi Aldrik ve onu hafifçe öptü.
Vhalla onunla aynı fikirde olmak istemiyordu ama İmparator istediğinde hayli ikna edici olabiliyordu.
Vhalla en sonunda sorumlulukları ve geleceğe dair kurduğu hayallerin getireceği zorlukları göğüsleyebileceğini düşünen bir karaktere dönüşüyordu ve bu kabulleniş biraz keskin gerçekleşmiş olsa dahi sahnelerin arasında göze batmıyordu. Aldrik'in ailesinin kalanıyla tanıştığında, kendisine Aldrik'in dengi değil de varis doğurma görevi olan bir eş gibi davranıldığında dahi onlara kibar ama zeki bir yolla Aldrik'le arasındaki aşkın böyle olmadığını, birbirlerine denk olduklarını ve kimsenin de onları ayıramayacağını net şekilde vurgulayacak kadar güçlü davranabiliyordu. Önlerindeki savaşla ilgili bütün konularda Aldrik'le beraber karar veriyor, imparatoriçe olacak olmasının halkın önünde bazı davranışlarını kısıtlayacağını biliyor ama konu sevdikleri olduğunda bunu gram umursamıyordu. Sorumluluklarını kabullenmişti ama kişiliğinden de ödün vermeyerek bununla başa çıkmaya çalışıyordu. Önceki 4 kitap boyunca olduğu gibi bu kitapta da bu güçlü tavrı başından sonuna kadar sürdüremiyor ve sekteye uğratıyor, beni sinirden yine deli ediyordu ama en azından bu güçlü anlarında gerçekten olmasını istediğim karaktere doğru ilerliyordu.
Ama az önce de dediğim gibi, bu ilerlemenin zaman zaman sekteye uğramasını engelleyemiyordu. İçinde bulundukları durumun tehlikesi had safhadayken ve ikisinden birisine bir şey olması durumu diğerini bitirebilecekken kafasına göre davranmaktan çekinmiyor, düşmanın yaratıkları bir anda çıkıp saldırabilecekken bile yalnız başına, Aldrik'e bile haber vermeden gece karanlığına dalarak yollara düşüyor, kötü kehanetinin gerçekleştiği Alevtaşıyıcı'yla üzerine çok düşünmeden anlaşmalar yapıyor ve sonucunda gelen kederle başa çıkamıyordu. Yaşadığı acı sadece kendisini ve Aldrik'i ilgilendirirken bile bunu onunla paylaşmaktan çekiniyordu. Ama beni en çok sinirlendirdiği tavırları kesinlikle Victor konusunda olan olayın kendisini ve etrafındaki herkesle olan ilişkisini yıkıp geçmesine izin vermesiydi. Yapması gereken tek şey aşık olduğu adama ve arkadaşlarına daha yakın durarak onlar sayesinde gücünü korumakken o kendisini tam da Victor'un istediği gibi yalnızlaştırıyor, asabi tavırlarıyla herkesin kalbini kırıp onlardan uzaklaşıyor ve saçma olduğu çok açıkça gözler önünde olan kararlar alıyordu. Bu sahnelerde beni o kadar sinirlendirmişti ki o anlarda o noktaya gelene kadar çizdiği karakter profili umurumda bile değildi. Güçlü kadın duruşu bir rüzgar gibi dağılmıştı ve etrafındaki herkesi de bu sert rüzgarda hırpalamıştı. Ama günün sonunda yine o hırpaladığı kişiler, dostları ve acı çekerek eriyip gitmesine sebep olduğu Aldrik onu ayağa kaldırmıştı. Neyse ki o zaman tekrar güçlü kadın karakteri geri gelmişti ve korkuyla mantıksızca hareket eden kız gitmişti. En sonunda, tahtını geri almak için İmparator'un yanında yürümeye hazır bir İmparatoriçe'ydi.
"Hepimiz ikinize inanıyoruz. Hepimiz sizin için dövüşüyoruz. Neden olduğunu biliyor musun?"
Vhalla başını iki yana salladı. En ufak bir fikri bile yoktu.
"Çünkü siz ikinizin temsil ettiği bir şey var. İkinizin toplamından daha büyük bir şey. Siz imkansızın peşinde koşan hayalperestlersiniz. Birlikte olmak için kaderi yenen ikilisiniz. Kimse başaracağınıza inanmadı. Birden çok defa ikiniz birlikte daha fazlası için, hayalini bile kurmamanız gereken rüyalar için savaştınız."
Kitapla alakalı beni en çok sinir eden nokta ise bütün seri boyunca işlenen ve ne kadar önemli olduğu, Vhalla ve Aldrik için ne anlam ifade ettiği anlatılan Bağ'ın önemsizmişçesine harcanmasıydı. Ya bu çocuklar bugüne dek bu Bağ üzerinden birbirlerine uzanıp en karanlık sırlarına, kuytu köşedeki korkularına erişmediler mi? Bu Bağ üzerinden birbirlerini ölümden korumadılar mı? Bu Bağ üzerinden başka herkese ölüm getirecek güçlerini kullanırken bile birbirlerini koruyup kendi güçlerini bir diğerinin içinde yaşatmadılar mı? Bu Bağ sayesinde birbirlerini yok eden ateş ve rüzgarın birbirlerine zarar vermeyerek bir araya geldiği bir gerçeklik yaratmadılar mı? Şimdi nasıl olup da bu Bağ olayını ortadan kaldırır, bütün o anlatılan teorileri yok sayarak bu kadar kolayca ilişkilerine böyle bir darbe vurabilirsin? Bütün hikaye bu Bağ ile başlamışken nasıl olur da kitabın sonlarına doğru olan o Victor olayını yazabilirsin? O kadar saçma, o kadar boş sebeplerle aralarındaki Bağ yok edildi ve kimse buna bir çözüm bulmaya çalışmadı ki bu cidden sinirimi bozuyordu ve hevesimi de çok kırmıştı ama özellikle kitabın sonuna doğru yazılan o olaylar olduğunda delirecektim. Elise Kova, karşımıza geçip bize hesap vermek zorundasın.
Bunu nasıl yaparsın ya?!
Seri ile ilgili genel sıkıntım ise fantastik tarafının çok altta kalması ve zayıf bir ana kurgunun işlenmesiydi. Bütün o büyücü güçleri, kristaller, Vhalla'nın gücünün önemi, geçmişte yapılan ve üzerine kitaplar yazılan Kristal Mağaralar Savaşı, Rüzgargüdücü katliamı yapılan Yanan Zamanlar, Jadar Şövalyeleri, Kuzey'in barındırdığı ve o zamana dek dayanmasını sağlayan büyünün gizemi.. Yani işlenebilecek ama işlenmeyerek dümdüz bırakılan, ana kurguyu desteklemek için kullanılacak ama asla detaylandırılmadığı için soluk birer olay olmaktan çıkamayan o kadar çok detay vardı ki seride, yazar bunların hepsini neden böylesine atıl durumda bıraktı ve ortaya fantastik açıdan başarısız bir seri çıkarttı gerçekten bilemiyorum. Evet daha çok Aldrik ve Vhalla'nın yaşadığı aşk -öhöm öhöm, doğru dürüst yaşayamadıkları aşk- için okudum ve serinin son iki kitabına da 5 puan verdim ama bunun sebebi çok çok iyi olmaları değil ilk üç kitaptan daha iyi olmaları ve ilk üç kitabı üç verecek kadar kötü görememiş olmamdı. Okumak istediğim aşkın yanında güzel işlenmiş bir fantastik kurgu olmasını da bekliyordum ve ilk 4 kitapta bunu göremedikçe, hiçbir şey detaylandırılmadan olaylar arttıkça ve bunların üzerinden yüzeysel geçildikçe asıl bombanın son kitaba kaldığını düşünmüştüm çünkü artık olması gerekiyordu.
Serinin bir noktasında artık fantastikliğin patlak vermesini istiyordum ve bunu beklemek de en büyük hakkımdı çünkü eğer ben oturup 5 kitaplık bir seri okuyorsam ve eğer bu seri fantastik olarak geçiyorsa, yazar bana bu istediğimi vermek zorundaydı. Ama seri bu fantastikliği vermediği gibi görmeyi istediğim ve beklediğim destansı son savaşı da vermemişti. Her şey çok aceleye getirilmişti ve kitabın çoğunluğunda yolda, savaşa hazırlık aşamasında geçen onca zamanda değil fantastiklik, sıradan savaş yoğunluğu bile olmamasına rağmen yine de kitabın sonunda okumayı beklediğim destansı savaş çok sönük işlenmişti. Seride fantastik açıdan heyecan barındıran sayılı detaylardan olan kehanet kısmı sadece bu savaş sırasında ufak bir güzellik getirmiş, geçmişe dair fark edilenlerle en azından ana kurguda bağlantılı olayların da gerçekleştiğini göstermiş ama tabii ki savaşın sönüklüğünü kurtarmaya yetmemişti. Bir de bunun üzerine tuz biber eker gibi kitabın kapanış bölümü, iyisiyle kötüsüyle seriye ve karakterlere veda ederek okuyacağımız son bölüm Vhalla'nın ya da keşke olsaydı dediğim şekilde Aldrik'in gözünden değil, bir başka karakterin bakış açısından anlatılmıştı.
NE?!
Var ya ben anlamsız şekilde iyi yufka yüreklilik yapıyorum bu seriye he. Anlattıkça sinirleniyorum ve puan düşüresim geliyor ama durduruyorum kendimi. Sırf bütün o sinir harbine, beni delirten olaylara ve karakterlerin sürekli gitgel yaşama durumlarının beni çıldırtmasına rağmen aralardaki aşk sahneleriyle hikayeyi okutturabildiği, keder dolu ama yine de aralarda bulunan keyifli sahnelerle uzun bir okuma süreceği olduğu için kıyamıyorum daha doğrusu kıymak istemiyorum. Ama daha şimdiden bu puanların serinin arkasından verdiğim sıcak puanlar olmasından kaynaklı olduğunu, zaman ilerleyip de geriye dönüp baktığımda düşürecek olmamın ihtimalinin yüksek olduğunu görebiliyorum.
Hadi hayırlısı bakalım.
Seri Sıralaması: #5
Yazar: Elise Kova
Çeviri: Mustafa Güdük
Sayfa Sayısı: 416
İncelemek İçin: Goodreads
Puanım: 5/5
TANITIM
Ateş ve Rüzgâr’ın Son Dansı
Kana susamış kral yerini bir deliye bırakmış ve Solaris İmparatorluğu ölüm ile gölgelenmişti. Herkesin öldü sandığı Vhalla ve Aldrik, yanlarında birkaç müttefikle hayatlarının en büyük savaşına hazırlanıyorlardı. Bu yolculukta, büyüsü olmadan sevdiği adamın yanındaki yerini bulmaya çalışan Vhalla kaderini baştan yazdığına inanıyordu. Peki ya gecenin en karanlık ânında yeni şafağı görebilmenin bedelini ödeyebilecek miydi?
YORUM
"Bu savaşı bitirecek ve huzur dönemi İmparatoru olacaksın." Vhalla bu fikirle hafifçe gülümsedi."Biz bitireceğiz. Ve ikimiz birlikte huzur dönemi hükümdarları olacağız."
Aslında hiç 5 puanı hak etmiyor ama sanırım biraz yufka yüreklilik yapıyorum. Normalde görülmüş şey değil, başımıza taş yağmaz umarım.
Hava Uyanıyor serisi en başından beri dört kitap boyunca fantastik açıdan bana istediğimi veremeyen, anlattığı kadarıyla hikayeyi benim gözümde yükseltemeyen ve ana kurgusu için değil de daha çok karakterlerinin ilişkileri için okuduğum bir seriydi. Son kitaba başlarken bu konumunun değişmesini istiyor ve ümit ediyordum çünkü artık bir şeyler olmasının vakti gelip de geçmişti, serinin sonuna gelmiştik ve ana kurgu hiç detaylandırılmamıştı. Güzel bir fantastik okumak istediğim için de bunun olmasını, daha önce anlatılan ve varsa anlatılmadan atlanılan gerçekleri deşebilmeyi istiyordum. Ama gelin görün ki, kitap boyunca tek bir olay dışında fantastik açıdan beni heyecanlandıran hiçbir şey olmadı.
Rüzgargüdücü güçleri, krital mağaraları ve kristallerin güçleri, insanlara ait olmayan bu gücün kullanımı ve doğuracağı sonuçlar üzerine hemen hemen hiç değinilmemişti ve değinildiği kısmı da dümdüz bir şekilde, daha fazla ayrıntı saklayamayacak kadar sade anlatılmıştı. Geçmişteki Kristal Mağaraları savaşının konusu bir daha hiç açılmamıştı, Victor'un Kristal Gücü'nü nasıl kullanabildiğine, bu yasak gücü kullanmanın ondan neyi götürüp götürmediğine hiç girilmemiş, o gücü kullanarak oluşturduğu kaosa dair birkaç hikaye dışında başka bir şey anlatılmamıştı. Vhalla, Aldrik ve ekibin kalanının aldığı haberlerde başkentte neler yaşandığına dair 'korkunç' anılar yer alıyordu ama bu olaylara gerçekten dahil olamadığımız, bu sahneleri okuyup dehşeti ve kaosu hissedemediğimiz için gerçek bir tehdit gibi değil de göz önüne getirebildiğimiz ufak görüntülerle sadece mide bulantısına sebep olan yaratıklar gibi geliyordu. Victor'un neler yaptığını başka karakterlerden öğreniyorduk ama olması gerektiği şekilde dehşet hissettirmiyor, bizimkileri gerçekten zor duruma düşürecek ve birden fazla çözüm bulmalarını gerektirecek bir sorun gibi gelmiyordu. Girecekleri savaş da, o savaşa hazırlık aşamasında aldıkları yollar ve bu sırada başlarına gelen olaylar da, kurdukları stratejiler de oldukça basit kurgulanmıştı ve bu da hikayenin çarpıcı bitebilme şansını alıp götürmüştü.
"Geri dönmeni söyleyerek sana hakaret etmeyeceğim," dedi Vhalla sesinin biraz daha güçlü çıkmış olmasını umut ederek.
"Öyleyse ben de aynı şekilde davranacağım." Aldrik ona döndü ve birbirlerine baktılar. Fırtına öncesi sessizliktelerdi. "Veda etmeyeceğim."
"Öyleyse ben de aynı şekilde davranacağım," diye tekrarladı Vhalla.
Vhalla önüne dönünce Aldrik onu kolundan yakaladı. Normalde onu kendine çekerkenki gücü kalmamıştı ve Vhalla da normalde yaptığı gibi ona doğru atılmamıştı belki ama umutsuz öpücüklerinin bir ağırlığı vardı hala. Vhalla'ya ilk öpücüğü gibi gelmemişti; bundan daha öte, daha saf, her ikisinin de söyleyemediği kelimelerle ağırdı. Kısacık bir an için dudakları karıncalanırken Vhalla ikisinin de yalan söylemiş olma ihtimalini düşündü, belki de vedaları buydu.
Aldrik'in 4. kitapta yerine oturan karakteri hiç çizgisini bozmadan ilerlemiş, düşmüş bir tahtın imparatoru olmanın ve o tahtı geri almak için savaşması gerekmesinin sorumlulukları da omuzlarına yüklenmiş ama bunlarla çok iyi başa çıkmış, toplantılara gömülüp aşık olduğu kadını görmeden günler geçiren bir adama dönüşmemişti. Kitapta genel olarak aşk sahnesi pek yazılmamıştı çünkü yazar her ne kadar detaylarına girmese de nihai sonda gerçekleşecek olan savaşa odaklanmıştı ama bu sıralarda bile Aldrik'in Vhalla'ya destek oluşunu, onunla en ufak bir an geçirmek için bile birçok şeyi tehlikeye atabilmesini, onun için deli gibi endişelenmesini ama Vhalla'nın kötü durumda olduğunu görünce bütün endişesini yutarak onu önemsemesini, kalbi kırıldığında dahi sırf Vhalla için güçlü durarak bütün o kırgınlığını yok saymasını çok iyi görebiliyorduk. Ailesini kaybetmenin acısını bile içinde yaşayarak artık halkına liderlik etmesi gerektiği gerçeğini kabullenmişti ve aslında bu kitapta vereceği ilk kayıp da değildi. Kesişim'de olan olayda hem Vhalla ile ilişkisi konusunda hem de gelecek planlarına olan güveninde büyük bir darbe yemişti ama bunun verdiği acıyı bile Vhalla'nın yanında olabilmek için önemsememişti. İkisinin de yaşadığı bu acıyı bir süre sonra geride bırakmışlardı ve bu konuda Aldrik'in hem kendisine hem Vhalla'ya gösterdiği destek çok büyüktü.
İmparatorluğa ve tahtını geri almaya dair attığı her adımda Vhalla'nın da yanında olduğundan emin olmuş ve onsuz bir geleceği reddetmişti. Aşık olduğu kadının İmparatoriçe olacağını her hareketiyle ve her sözüyle belli ediyordu, insanların önünde açıkça dile getiriyordu ve Vhalla gücüne sahip olsun ya da olmasın savaş konseylerinde de cephede de savaşabileceğini, savaşta bile daima beraber olacaklarını sürekli belirtiyordu. Vhalla'yı korumak için üzerine düşüyordu ama bunu onu boğacak ya da kısıtlayacak biçimde yapmıyordu. Daniel ile Vhalla arasında geçmişte oluşmuş belirsiz duygu karmaşalarıyla dolu durumu öğrendiğinde de bunu saygıyla karşılamış, eğer bir kıskançlık hissettiyse de bunu zerre belli etmemişti. Vhalla'nın kararlarına, isteklerine ve korkularına değer veriyordu ve Vhalla bile imparatoriçelik konusunda kendine güvenmediğinde en çok Aldrik ona güveniyor, onun yanında oluyor ve vermesi gereken karar ne olursa olsun ona destek oluyordu. Sevdiği kadın kafasına göre davranarak ikisini de tehlikeye attığında, acı çekmelerine sebep olduğunda ve gelecek hayalleriyle ördükleri mutluluk kozaları bir anda mutsuz haftalarla dolup taştığında bile Vhalla'yı düşünüyor, onun sağlık durumuyla kendisininkinden fazla ilgileniyor ve Vhalla yine beni çileden çıkartacak kadar aptalca davranırken Aldrik çektiği acıyla eriyip gidiyordu. İlişkilerinde yaşadıkları mutsuzluk onu önlerindeki savaştan çok daha fazla etkiliyordu ve yazar her ne kadar aşk sahnelerini geçiştirmiş olsa da Aldrik ne kadar güzel bir karakter olduğunu çok güzel gösterebiliyordu.
"Kalpsizin teki olabiliyorsun," diye zayıf bir sesle karşılık verdi Vhalla hafifçe gülümseyerek.
"Beni incittin." Aldrik ellerini onun beline koydu. "Kalpsizsem bunun sebebi kütüphaneci bir kızın kalbimi çalmasıdır."
"Bu süslü laflarınla beni kandırabileceğini mi sanıyorsun?" Vhalla başını kapı çerçevesine yaslayıp utangaç bir edayla ona baktı.
"Sanırım bunu yapabilirim," dedi Aldrik ve onu hafifçe öptü.
Vhalla onunla aynı fikirde olmak istemiyordu ama İmparator istediğinde hayli ikna edici olabiliyordu.
Vhalla en sonunda sorumlulukları ve geleceğe dair kurduğu hayallerin getireceği zorlukları göğüsleyebileceğini düşünen bir karaktere dönüşüyordu ve bu kabulleniş biraz keskin gerçekleşmiş olsa dahi sahnelerin arasında göze batmıyordu. Aldrik'in ailesinin kalanıyla tanıştığında, kendisine Aldrik'in dengi değil de varis doğurma görevi olan bir eş gibi davranıldığında dahi onlara kibar ama zeki bir yolla Aldrik'le arasındaki aşkın böyle olmadığını, birbirlerine denk olduklarını ve kimsenin de onları ayıramayacağını net şekilde vurgulayacak kadar güçlü davranabiliyordu. Önlerindeki savaşla ilgili bütün konularda Aldrik'le beraber karar veriyor, imparatoriçe olacak olmasının halkın önünde bazı davranışlarını kısıtlayacağını biliyor ama konu sevdikleri olduğunda bunu gram umursamıyordu. Sorumluluklarını kabullenmişti ama kişiliğinden de ödün vermeyerek bununla başa çıkmaya çalışıyordu. Önceki 4 kitap boyunca olduğu gibi bu kitapta da bu güçlü tavrı başından sonuna kadar sürdüremiyor ve sekteye uğratıyor, beni sinirden yine deli ediyordu ama en azından bu güçlü anlarında gerçekten olmasını istediğim karaktere doğru ilerliyordu.
Ama az önce de dediğim gibi, bu ilerlemenin zaman zaman sekteye uğramasını engelleyemiyordu. İçinde bulundukları durumun tehlikesi had safhadayken ve ikisinden birisine bir şey olması durumu diğerini bitirebilecekken kafasına göre davranmaktan çekinmiyor, düşmanın yaratıkları bir anda çıkıp saldırabilecekken bile yalnız başına, Aldrik'e bile haber vermeden gece karanlığına dalarak yollara düşüyor, kötü kehanetinin gerçekleştiği Alevtaşıyıcı'yla üzerine çok düşünmeden anlaşmalar yapıyor ve sonucunda gelen kederle başa çıkamıyordu. Yaşadığı acı sadece kendisini ve Aldrik'i ilgilendirirken bile bunu onunla paylaşmaktan çekiniyordu. Ama beni en çok sinirlendirdiği tavırları kesinlikle Victor konusunda olan olayın kendisini ve etrafındaki herkesle olan ilişkisini yıkıp geçmesine izin vermesiydi. Yapması gereken tek şey aşık olduğu adama ve arkadaşlarına daha yakın durarak onlar sayesinde gücünü korumakken o kendisini tam da Victor'un istediği gibi yalnızlaştırıyor, asabi tavırlarıyla herkesin kalbini kırıp onlardan uzaklaşıyor ve saçma olduğu çok açıkça gözler önünde olan kararlar alıyordu. Bu sahnelerde beni o kadar sinirlendirmişti ki o anlarda o noktaya gelene kadar çizdiği karakter profili umurumda bile değildi. Güçlü kadın duruşu bir rüzgar gibi dağılmıştı ve etrafındaki herkesi de bu sert rüzgarda hırpalamıştı. Ama günün sonunda yine o hırpaladığı kişiler, dostları ve acı çekerek eriyip gitmesine sebep olduğu Aldrik onu ayağa kaldırmıştı. Neyse ki o zaman tekrar güçlü kadın karakteri geri gelmişti ve korkuyla mantıksızca hareket eden kız gitmişti. En sonunda, tahtını geri almak için İmparator'un yanında yürümeye hazır bir İmparatoriçe'ydi.
"Hepimiz ikinize inanıyoruz. Hepimiz sizin için dövüşüyoruz. Neden olduğunu biliyor musun?"
Vhalla başını iki yana salladı. En ufak bir fikri bile yoktu.
"Çünkü siz ikinizin temsil ettiği bir şey var. İkinizin toplamından daha büyük bir şey. Siz imkansızın peşinde koşan hayalperestlersiniz. Birlikte olmak için kaderi yenen ikilisiniz. Kimse başaracağınıza inanmadı. Birden çok defa ikiniz birlikte daha fazlası için, hayalini bile kurmamanız gereken rüyalar için savaştınız."
Kitapla alakalı beni en çok sinir eden nokta ise bütün seri boyunca işlenen ve ne kadar önemli olduğu, Vhalla ve Aldrik için ne anlam ifade ettiği anlatılan Bağ'ın önemsizmişçesine harcanmasıydı. Ya bu çocuklar bugüne dek bu Bağ üzerinden birbirlerine uzanıp en karanlık sırlarına, kuytu köşedeki korkularına erişmediler mi? Bu Bağ üzerinden birbirlerini ölümden korumadılar mı? Bu Bağ üzerinden başka herkese ölüm getirecek güçlerini kullanırken bile birbirlerini koruyup kendi güçlerini bir diğerinin içinde yaşatmadılar mı? Bu Bağ sayesinde birbirlerini yok eden ateş ve rüzgarın birbirlerine zarar vermeyerek bir araya geldiği bir gerçeklik yaratmadılar mı? Şimdi nasıl olup da bu Bağ olayını ortadan kaldırır, bütün o anlatılan teorileri yok sayarak bu kadar kolayca ilişkilerine böyle bir darbe vurabilirsin? Bütün hikaye bu Bağ ile başlamışken nasıl olur da kitabın sonlarına doğru olan o Victor olayını yazabilirsin? O kadar saçma, o kadar boş sebeplerle aralarındaki Bağ yok edildi ve kimse buna bir çözüm bulmaya çalışmadı ki bu cidden sinirimi bozuyordu ve hevesimi de çok kırmıştı ama özellikle kitabın sonuna doğru yazılan o olaylar olduğunda delirecektim. Elise Kova, karşımıza geçip bize hesap vermek zorundasın.
Bunu nasıl yaparsın ya?!
Seri ile ilgili genel sıkıntım ise fantastik tarafının çok altta kalması ve zayıf bir ana kurgunun işlenmesiydi. Bütün o büyücü güçleri, kristaller, Vhalla'nın gücünün önemi, geçmişte yapılan ve üzerine kitaplar yazılan Kristal Mağaralar Savaşı, Rüzgargüdücü katliamı yapılan Yanan Zamanlar, Jadar Şövalyeleri, Kuzey'in barındırdığı ve o zamana dek dayanmasını sağlayan büyünün gizemi.. Yani işlenebilecek ama işlenmeyerek dümdüz bırakılan, ana kurguyu desteklemek için kullanılacak ama asla detaylandırılmadığı için soluk birer olay olmaktan çıkamayan o kadar çok detay vardı ki seride, yazar bunların hepsini neden böylesine atıl durumda bıraktı ve ortaya fantastik açıdan başarısız bir seri çıkarttı gerçekten bilemiyorum. Evet daha çok Aldrik ve Vhalla'nın yaşadığı aşk -öhöm öhöm, doğru dürüst yaşayamadıkları aşk- için okudum ve serinin son iki kitabına da 5 puan verdim ama bunun sebebi çok çok iyi olmaları değil ilk üç kitaptan daha iyi olmaları ve ilk üç kitabı üç verecek kadar kötü görememiş olmamdı. Okumak istediğim aşkın yanında güzel işlenmiş bir fantastik kurgu olmasını da bekliyordum ve ilk 4 kitapta bunu göremedikçe, hiçbir şey detaylandırılmadan olaylar arttıkça ve bunların üzerinden yüzeysel geçildikçe asıl bombanın son kitaba kaldığını düşünmüştüm çünkü artık olması gerekiyordu.
Serinin bir noktasında artık fantastikliğin patlak vermesini istiyordum ve bunu beklemek de en büyük hakkımdı çünkü eğer ben oturup 5 kitaplık bir seri okuyorsam ve eğer bu seri fantastik olarak geçiyorsa, yazar bana bu istediğimi vermek zorundaydı. Ama seri bu fantastikliği vermediği gibi görmeyi istediğim ve beklediğim destansı son savaşı da vermemişti. Her şey çok aceleye getirilmişti ve kitabın çoğunluğunda yolda, savaşa hazırlık aşamasında geçen onca zamanda değil fantastiklik, sıradan savaş yoğunluğu bile olmamasına rağmen yine de kitabın sonunda okumayı beklediğim destansı savaş çok sönük işlenmişti. Seride fantastik açıdan heyecan barındıran sayılı detaylardan olan kehanet kısmı sadece bu savaş sırasında ufak bir güzellik getirmiş, geçmişe dair fark edilenlerle en azından ana kurguda bağlantılı olayların da gerçekleştiğini göstermiş ama tabii ki savaşın sönüklüğünü kurtarmaya yetmemişti. Bir de bunun üzerine tuz biber eker gibi kitabın kapanış bölümü, iyisiyle kötüsüyle seriye ve karakterlere veda ederek okuyacağımız son bölüm Vhalla'nın ya da keşke olsaydı dediğim şekilde Aldrik'in gözünden değil, bir başka karakterin bakış açısından anlatılmıştı.
NE?!
Var ya ben anlamsız şekilde iyi yufka yüreklilik yapıyorum bu seriye he. Anlattıkça sinirleniyorum ve puan düşüresim geliyor ama durduruyorum kendimi. Sırf bütün o sinir harbine, beni delirten olaylara ve karakterlerin sürekli gitgel yaşama durumlarının beni çıldırtmasına rağmen aralardaki aşk sahneleriyle hikayeyi okutturabildiği, keder dolu ama yine de aralarda bulunan keyifli sahnelerle uzun bir okuma süreceği olduğu için kıyamıyorum daha doğrusu kıymak istemiyorum. Ama daha şimdiden bu puanların serinin arkasından verdiğim sıcak puanlar olmasından kaynaklı olduğunu, zaman ilerleyip de geriye dönüp baktığımda düşürecek olmamın ihtimalinin yüksek olduğunu görebiliyorum.
Hadi hayırlısı bakalım.
Yorumlar
Yorum Gönder