SİSLİ DAĞLARIN ÖTESİNDE - KAREN MARIE MONING / KİTAP YORUMU






Orijinal İsim: Beyond The Highland Mist (Highlander #1)
Yazar: Karen Marie Moning
Çeviri: Eren Abaka
Sayfa Sayısı: 400
İncelemek İçin: D&R
Puanım: 5/5







TANITIM

Ona sahip olmak için her şeyini, hatta ruhunu vermeye hazırdı...

Baştan çıkarıcı bir İskoç lordu...


O, savaş meydanındaki ve yatak odasındaki meziyetlerinden dolayı bütün krallıkta Hawk olarak bilinirdi. Hiçbir kadın onun dokunuşuna karşı koyamazdı ama içlerinden biri bile onun kalbine ulaşamamıştı ta ki intikam peşindeki bir peri tarafından günümüz Seattle'ından Ortaçağ'ın İskoçya'sına getirilen Adrienne de Simone'a kadar. Ait olmadığı bir yüzyıla hapsolan, fazlasıyla cesur, çok konuşan bu kadın bir 16. yüzyıl çapkını için gerçek bir sınavdı. Hawk ile evliliğe zorlanan Adrienne, onu kendisinden uzak tutacağına yemin etmişti ancak yakışıklı lordun tatlı baştan çıkarışı yeminini bozmasına sebep olacaktı.

Zamanda tutsak olmuş bir yabancı...

Adrienne'in kusursuz dudaklarında zampara lord için kusursuz bir 'hayır' cevabı vardı ama Hawk, ona adını tutkuyla söyleteceğine ve onu arzuyla yalvartacağına dair ant içmişti. Ne farklı zamanlardan gelmeleri ne de aralarındaki mesafe onun aşkını kazanmasına mani olacaktı. Adrienne tutkulu kalbinin telkinlerine uymak konusunda tereddüt etse de tüm çekinceleri Hawk'ın kararlılığı karşısında eriyip gidecekti...




YORUM

"Kadın, kim olduğun umurumda değil, geçmişte kim olduğun ve olman gerektiğini düşündüğün kişi de. Seni istiyorum. Hayatımda. Kollarımda. Yatağımda. Eğer buna inanmak kendini daha iyi hissetmeni sağlıyorsa... bu gelecekten gelme meselesine yani, o halde inanabilirsin. Ama şu günden itibaren her şeyden önce benim karımsın. Seni incitebilecek her şeyden koruyacağım. Bir daha asla korkmana gerek yok."

Ah o eskiler ah, ne varsa onlarda varmış be.

Sidheach James Lyon Douglas, senin soyundan kimse kalmadı mı aşkım 21. yüzyıla? Akraban olması bile mükemmel olmasına yeter bence! 

Eğer yorumlarımı biraz takip ediyorsanız bilirsiniz, Karen Marie Moning okumaya Fever serisiyle başlamış ve kitaplara verdiğim puanlar ve yazdığım yorumlarla zamanında çok linç yemiştim. Bir türlü yıldızımız barışmamıştı ve açıkçası bu kitapta da böyle olur diye korkmuyor değildim. Ama o yıldızlar şu an sarmaş dolaş takılıyor arkadaşlar kjsfklsal 

ÇÜNKÜ SIDHEACH ÇOK GÜZELDİ. 

Üstelik geçen gün okuduğum The Alpha Alterneative (Fever 1.4) de hem kadının kalemine hem de Fever serisine olan inancımı arttırdı. 16 sayfa falandı ama serinin ilk 3 kitabına bin basardı bence jfdskl

Bu kitapla ilgili bir de şöyle bir nokta vardı ki, Sisli Dağların Ötesinde zaten okumaya başladığım ilk KMM kitabıydı. O zamanlar Fever serisi için pdf bulamamıştım(sanırım) ve mükemmel yayınevlerimizde kitapların haklarını alıp alıp basmamak, serileri devam ettirmemek, serinin haklarını o yayınevinden alıp DİĞERİNİN KALDIĞI YERDEN DEVAM ETMEK, ilk kitapları basmamak gibi mükemmel özellikler olduğundan, tabi ki seriye başlayamamıştım. Ama KMM okuma isteğim de deli gibiydi ve ben de gidip Highlander serisinin pdflerini arayıp buldum.

ONLARIN DA BASKISI YOK.

Pdfleri bulduktan kısa süre sonra da başladım okumaya ama o aralar ne işim vardı hatırlamıyorum, bir şekilde kitabın içine giremiyordum ve belli bir kısma kadar okuduktan sonra kitabı yarım bırakmıştım, sırf harcanmasın diye. Araya zaman girip de Fever'ın pdflerini bulunca zaten bu seriyi komple erteleyip ona başlamıştım. Ki onunla da hayal kırıklığı yaşayınca bu seriye karşı biraz çekimser kaldım ve erteleme sürem daha da uzadı. Ama geçenlerde @Hayledie ile konuşurken okuma kararı aldık ve hatta @Kübra, @İko, @Sedef' le buddyreads yaptık.

Başka türlü olsa ben bu seriyi yaza bırakırdım zaten. Kesin.

Doğruyu söylemek gerekirse, kitabın beni bu kadar etkilemesini, Sidheach'ın bu kadar güzel bir adam olmasını ve böylesine güzel bir biçimde sevebilmesini, etrafta 'İSKOÇYA'YA YOLLAYIN BENİ' diye gezinmeyi beklemiyordum. Çünkü zaten olmayan historical geçmişim sayesinde bu kitap okuduğum ikinci İskoç kitabıydı-yani bir İskoç aşkım yoktu ve ilk okuma girişimimde de kitap beni içine çekemeyince beklentim iyice azalmıştı.

Ama kitapta ilerledikçe, bölümler bittikçe ve Sidheack bebeğimin o güzel kalbini gördükçe kitabı beklemediğim kadar sevmeye başladım. Öyle ki, ders aralarında-ve bazen derslerde, bulduğum boş vakitlerde telefonu çıkarıp kitabı okumaya çalışıyordum. Yazarın ördüğü örgü beni o kadar sarmıştı ki, dayanamayıp ilerileri karıştırıyor, sonra kaldığım yere geri dönüp devam ediyordum. Tamam, bu ileriye bakma huyum bu kitaba özel değil, ben bunu her kitapta yapıyorum (yaşasın kendi kendine spoiler yiyenler ve bunu isteyerek yapanlar!) ama her yapışımda sebebim aynı olmuyor. Kimi zaman sinirlenip yapıyorum, kimi zaman sıkılıp, kimi zaman da dayanamayıp. Ve bu kitap için bunu yapmamın tek sebebi ne olacak diye merak etmem ve oralara gelmeyi beklemeye dayanamamamdı.

Çok güzeldi be.

"İnatçı bir kadınsın ve ben böyle inatçı bir kadının arzusunun odağı olmak istiyorum. Güvenini ve sadakatini benden sakındığın kadar sarsılmaz bir şekilde bana sunmanı istiyorum. Ben olgun bir adamım Adrienne. Seni elde ederken de sabırlı olacağım, ancak bil ki seni elde edeceğim."

Tamam hadi, erimeyi bırakın da toparlanın, konuşuyorum burada.

Sidheack James Lyon Douglas, nam-ı diğer Hawk. Efsanevi Hawk. Klanının iyiliği ve topraklarının korunması için yıllarını feda eden, kendisine yapılan her türlü eziyeti görmezden gelen, konu ailesine ve kendisine gelince hiç düşünmeden ailesini seçen adam. O kadar mükemmeldi ki! Bütün gururuyla, öfkesiyle, geçmişindeki acılarla, kalbindeki sevgiyle mükemmel bir adamdı. Önceliklerini sıralarken başlangıca hep sevdiklerini koyuyordu, işin ucunda gururunun kırılması bile olsa eğer sevdikleri için yapması gerekiyorsa her şeyi yapıyordu. Adil bir savaşçıydı ve söz konusu kalbiyken bile, işin sonunda tamamen yok olma tehlikesi varken bile adaletliydi, dürüsttü, hile yapmıyordu. Üstelik becerikli ve yaratıcıydı, savaşmadığı zamanlarda toprakları ile uğraşıyor, olabilecek en iyi şekilde tasarlıyor ve halkıyla ilgileniyordu.

Mükemmel bir lord, mükemmel bir savaşçı ve mükemmel bir aşıktı.

Kısacası 'Sidheach James Lyon Douglas'tı' da diyebiliriz.

Adrienne'in sevgisini kazanmak ve onun nefretini kırmak için elinden gelenin fazlasını yaptı ve bütün bu çabalamaları esnasında asla sabrından vazgeçmedi. Her geçen gün Adrienne'e biraz daha aşık olurken ve Adrienne her sözüyle onun kalbini kırarken, onu başka bir adamı sevdiğine, arzuladığına inandırırken başka kimsenin olamayacağı kadar sabırlıydı. Kendi aşkına güveniyordu ve sevdiği kadının onu görmesi, aşkını hissetmesi ve bütün nefretinden, korkularından sıyrılarak ona gelmesi için her şeyi yaptı. En başta ona olan hislerini anlamaya çalıştı, daha sonra bu hisleri Adrienne'e göstermeye çabaladı, anlattı, onun kendisi için ne hissettiğini anlamaya çalıştı. Bütün bunları yaparken de Adrienne'in tuhaf demirciden uzak kalması için çabalıyordu, onun sırlarını anlamaya, Adrienne hakkında edindiği tuhaf bilgileri mantıklı bir hale sokmaya ve bu sırada da sabırla ördüğü aşkını her şeyden korumaya çalışıyordu. Bütün gerçekleri öğrendiğinde ve bu gerçekler mantık sınırlarını zorladığında bile aklına koyduğu ilk düşünce, bu gerçekler karşısında yüzleşmesi gereken sorundan Adrienne'i nasıl koruyacağıydı. Bilinmeyen bir düşmana ve zamana karşı savaşıyordu ama elinden geleni yapmaktan asla vazgeçmedi.

Ve bütün bunları yaparken de aslında kalbi o kadar çok kırıldı ki, Sidheach dışında biri olsaydı bütün bunları yapmaktan çoktan vazgeçerdi. Adrienne her sözüyle kalbine bir bıçak saplarken ve hareketleriyle de o bıçağı yerinde döndürüyormuşçasına ona acı verirken, tutunduğu tek şey aşkı ve Adrienne'in onu gerçekten göreceğine, onun aşkına aşkla karşılık vereceğine olan inancıydı. Ve o kadar güzel seviyordu ki, kitabı okurken insanda 16. yüzyıla gidip onu bulma ve kendine saklama isteği yaratıyordu.

Ah Allah'ım ah, yorumunu yazarken bile hatırlamak kalbimi eritiyor..

"Seviyorum. Hayatımdan da çok. Kalbim. Sana seslenirken öylesine bir söz seçmedim, seni böyle çağırırken tüm ruhumla seçtim onu. Kalbim olmadan yaşayamam. Sen olmadan nefes alamam."

Böyle bir adam bulabilir misiniz?

Bulamazsınız.


"Gecenin ileriki saatlerinde ateşi yükseldi ve sayıklayarak gümüşi gözyaşları dökmeye başladı.
Hawk'ın onları birer birer öperek sildiğini asla bilmeyecekti.
Hawk'ın, hiçbir şeye değmeyeceğine karar verdiği bir adam için ağlayışını ağır bir kederle dinlediğini bilmeyecekti.
Hawk'ın tüm kalbiyle sevdiği ilk erkek olmuş olmayı dilediğini de bilmeyecekti."

Adrienne'in korkuları ve 'yakışıklı erkek nefreti' Hawk'a olan duygularını uzun süre gölgeledi ve bu yüzden de bu duygularından kaçıp duruyordu. Ama bana kalırsa, bu korkularında haklıydı çünkü yaşadıklarını göz önünde bulundurursak zaten aksini yapması tuhaf olurdu. Üstelik bir anda 20. yüzyıldan 16. yüzyıla anlamadığı bir sebeple ışınlanmış, telefonların olduğu bir dünyadan, hava kirliliğinin bile olmadığı 16. yüzyıl İskoçya'sına geçiş yapmış, yüzünü hiç görmediği bir adamla evlenmiş ve kendisini bir leydi olarak bulmuştu.

Denizin-Üstündeki-Dalkeith'in lordu Sidheach James Lyon Douglas'la evlenmişti ve o toprakların leydisi olmuştu. Bütün bu durum kafasını karman çorman etmeye yetmiyormuş gibi, kocası dünya üzerindeki en yakışıklı adamdı ve kalbini elde etmek için de her şeyi yapıyordu.

Bu sırada hem 20. yüzyıla nasıl döneceğini, neden buraya geldiğini ve ne kadar kalacağını anlamaya çalışıyordu hem de Sidheach'in aşkına karşı koymaya çalışıyordu ki bence bu, hayatında yaptığı en zor şeydi ve her geçen gün bu konuda daha da başarısız olmasını okumak çok güzeldi. Sidheach'i kırmaktan ve onu üzmekten asla geri durmuyordu ama aşkın onu da çepeçevre sarmasını engelleyemedi.

Korkularının ve nefretinin temelinde, zamanında duygularını ve sevgisini kullanan bir erkek yatıyordu ve Adrienne aynı şeyleri yaşamamak için kendine bir duvar örmüştü. Hiç kimsenin o duvarın arkasına geçmesine izin vermiyordu ve aşık olmaya başlasa bile güvenmek konusunda hala sıkıntılar yaşıyordu. Yaşadığı olaylar kendisine bir koza örmesine sebep olmuştu, bu yüzden de Sidheach'e olan duyguları arttıkça korkusu da artıyor, aslında aşk yerine duyması gereken nefreti körüklemeye çalışıyor ve Sidheach'i yaralamak, kendisinden uzak durmasını sağlamak için her şeyi yapıyordu. Onu, ne olduğu belli bile olmayan bir adamı sevdiğine inandırmaya çalışıyordu ve onun pes etmesini umuyordu.

"Siz leydim, kalpsiz birisiniz. Buraya geldiğinizden beri ona acıdan başka bir şey vermediniz. Hawk'la geçirdiğim yıllar boyunca gözlerinde böyle bir ızdırap görmedim ve buna bir gün daha katlanamam. O sizin için göklere çıkar ve yıldızları yerlerinden söker; bense buna değmediğinizi söylüyorum. Romantik hislerine burun kıvırıyorsunuz, karşılıksız sunduğu aşkına sırt çeviriyor, onu hakir görüyorsunuz. Bana o kadar da kötü olmadığınızı söylemeyin, Adrienne de Simone. Siz o adamın başına gelen en kötü şeysiniz."

Aslında kitap boyunca Adrienne'i çok iyi anladım ve bana göre gerçekten mantıklı davranan bir karakterdi. Yaptıklarının sebeplerini anlayabiliyordum, hisleri içinde çırpınışını okumak ve kendisiyle ters düşmesini görmek de çok güzeldi ama tam da bu noktada, Sidheach'e başkasını istediği yalanlarını söylerken ve yeri geldiğinde o adamla gidip sohbet ederken, onunla bahçede gezinti yaparken -Sidheach'e inat olsun olmasın umurumda değil, neden 'yakışıklı erkek' nefretiyle Adam Black'i-demirciyi- aşağılamıyor, onu kıracak sözler sarf etmiyordu da bütün zehrini sadece Sidheach'e, onu tüm varlığıyla seven adama akıtıyordu?

Adam'ın doğaüstü güçleri olup olmamasını, Adrienne'i öyle etkileyip etkilememesini umursamıyorum, aldığım duyumlara göre onu kendi kitabında sevecekmişim ki bunu da umursamıyorum, bu kitapta ağzını burnunu kırmak istediğim şerefsizin tekiydi ve Adrienne de ona ağzının payını vermeliydi. Ve ona kızdığım olay da buydu zaten, bunu yapmayışı, ona haddini bildirmeyişiydi. Neyse ki Sidheach aşkım önce onu bir güzel dövüp sonra da onun dünyasının kurallarıyla onun ağzının payını verdi de biraz rahatladım.

"Her şey bir yana, önceliklerini yeni baştan dizmiş ve mükemmel bir sıralamaya sokmuştu. Adrienne her şeyden önce geliyordu."

Böyle güzel seven bir adam karşısında Adrienne'in zaten hiçbir şansı yoktu. Aşık olması kaçınılmazdı.

Sidheach'e olan aşkı, onu ve halkını korumak için kendisini feda etmesine ve bunu yaparken de gözünü bile kırpmayacak bir cesarete sahip olmasına yetecek kadar büyüktü. Aşık olduğu adamın gözlerine bakarak yalan söylemiş, ondan nefret etmesini sağlamaya çalışmış ve bunu yaparken de bütün duygularını gizlemiş, kalbine çöreklenecek ve belki de onu mahvedecek kadar büyük olan acıyı göze almıştı. Ama bunu yaparken bile, aslında onu ne kadar sevdiğini anlatmanın bir yolunu bulmuştu.

"Bana yeni bir hayat verdin Adrienne, sahip olacağımı hiç sanmadığım bir hayat."

Kitabı bu kadar sevdim evet, ama bazı noktalarla ilgili sıkıntılarım da yok değildi. Bana göre Adrienne'in zamanda geriye gidişi, onun için daha sarsıcı olmalıydı. 500 yıl geriye gittiğinizi düşünün, akıl sağlığınızı nasıl koruyabilirsiniz? Korusanız bile nasıl bu kadar çabuk adapte olabilirsiniz? Adrienne'in delirmesini tabii ki beklemiyorum, istemiyorum ve aslında kitapta bunun temeli Adrienne'in yetiştiriliş tarzına, hayatla ilgili inançlarına bağlanarak kurgudaki devamlılık sağlanmıştı ama ne bileyim, bu bana tamamen yeterli gelmedi. Sırf batıl inançlarınız var ve sihre birazcık inanıyorsunuz diye- kim inanmıyor ki? Hepimiz Hogwarts mektubu beklemiyor muyuz? - zamanda 500 yıl savrulmaya hemen adapte olamazsınız.

Kitapla ilgili sıkıntılı olduğum bir diğer nokta ise kitabın sonunun çok aceleye gelmiş olmasıydı. Yani ben sayfalarca Adam'ın pisliklerinin yarattığı etkiyi okuyorsam, o epilogun biraz daha uzun olmasını istemeye, istediğim detayları o epilogda görmeye hakkım olduğunu düşünüyorum. O kadar sayfa okuduktan sonra hızlıca geçilmiş bir epilogdan ziyade gerçekten okuyucuya hediye niteliği taşıyan ve görmek istediğimiz her şeyi sunan bir epilog istiyordum. Ve bu yüzden biraz hayal kırıklığına uğradım, yalan yok.

Ama bütün bunlara rağmen puan kıramıyorum çünkü ortada Sidheach gibi bir adam varken bunu yapmaya elim gitmiyor. Onun sayfalardan geçen aşkı varken ve kitabı bu kadar keyifle okumuşken gidip puan kırmak, Dalkeith Lordu biricik Sidheach'ime ihanet olur.

Şimdi gidip 21. yüzyılda olduğum ve İskoçya'da yaşamadığım, bütün bunlar yetmiyormuş gibi bir de Sidheach'in yaklaşık 500 yıl önce yaşayıp öldüğü gerçeğiyle baş etmem gerek.

İskoçya'ya salsanıza beni ya.








Yorumlar

Popüler Yayınlar