ÇÖKÜŞ VE YÜKSELİŞ (GRISHAVERSE #3) / LEIGH BARDUGO || KİTAP YORUMU





Orijinal İsim: Ruin and Rising
Seri Sıralaması: #3
Yazar: Leigh Bardugo
Çeviri: Ömer Mülazım
Sayfa Sayısı: 432
İncelemek İçin: Goodreads
Puanım: 5/5








TANITIM

Hepimiz ölürüz ama herkes bir amaç uğruna ölmez.

Güneşin Elçisi Alina, Karanlıklar Efendisi'yle yaptığı son savaştan mağlubiyetle ayrıldıktan sonra yeraltındaki tünellere, Beyaz Katedral'e sığınır. Oldukça zayıf düşmüştür ve güneş ışığı olmadığı için gücünü de çağıramamaktadır.Tek çare, eski haline kavuşana kadar Apparat'ın dediklerini yapmaktır. Malyen ve Grishaların gizli bir planla Apparat'ı kontrol altına alması,Güneşin Elçisi adına mücadeleyi daha da zora sokar. 

Alina'nın şimdi, Karanlıklar Efendisi'ni alt etmesi için gereken tek gücün anahtarı olan ateşkuşunu bulması gerekmektedir. Peki onu bulup üç büyüteci bir araya getirdiğinde, Karanlıklar Efendisi'yle yüzleşerek Karanlıklar Diyarı'nı yok edecek kadar kuvvetli olabilecek midir?

YORUM

"Geriye hiçbir şey kalmayacak," diye fısıldadım.
"Evet," dedi kibarca. Beni kollarına alarak başıma bir öpücük kondurdu. "Benim dışımda sığınacak hiç kimsen kalmayıncaya kadar bütün bildiklerini, bütün sevdiklerini elinden alacağım."

Saatlerdir şu yorumu yazmak için kendimi hazır hissetmeye çalışıyorum. Bilgisayarın başına geçip bütün düşüncelerimi anlatmak, yasımı tutmak ve seriye, The Darkling'e veda edebilmek için kafamı toparlamaya çalışıyorum. Düşüncelerimi bir araya getirip cümleler oluşturmaya çalışıyorum ama olmuyor. Bu yüzden de boş boş etrafa baktığım, Karanlıklar Efendisi'ni anlattığını düşündüğüm şarkıyı dinlediğim, bu yorumu yazmaktan kaçmak için internette dolaşıp durduğum uzun saatler geçirdim. Karanlıklar Efendisi'ne veda etmeyi o kadar istemiyorum ki anlatamam. Ama şu iki gün içerisinde bu yorum için bulabileceğim tek vakit şu an olduğu için, artık bununla yüzleşmem gerekiyor. Ve söylemeliyim ki, içimi bütünüyle dökebilmem için spoilerlarla dolu bir yorum olacak. Eğer bu kitabı okumadıysanız, üzülerek sayfadan çıkmanızı öneriyorum. 

Grisha serisinin benim için hep özel bir yeri oldu ve hep olmaya devam edecek. Okudum ilk andan itibaren favorilerimden biriydi ve yerini de hiç kaybetmeyecek. Ve seriye kendi özelinde tekrar baktığımda, kitapların her birinin dahi gönlümde farklı yerlerde olduğunu, her birini ayrı sevdiğimi söyleyebilirim. İlk kitap okumaya bayıldığım ve aşık olduğum bir kitapken, ikinci kitap bir yandan sinirimi bozup bir yandan da olayların gidişatıyla ilgili merakımı taze tutan tam bir geçiş kitabıydı. İkisi de çok güzeldi ve her şeyiyle benden tam puanı hak ediyordu. Ama üçüncü kitap.. Çöküş ve Yükseliş hem çok sevdiğim hem de çok korktuğum, beni mahvedeceğini suratıma suratıma bağıran bir kitaptı. Nitekim vaatlerini gerçekleştirdi de. Her şeye rağmen seriye reread yaptığıma çok mutluyum ama keşke canımı böyle yakmasaydı.

O kadar çok ağladım ki!

Çöküş ve Yükselişi ilk bitirdiğimde tek başıma olmadığım için kendimi tutmuş ve sessizce birkaç yaş akıtarak fark edilir şekilde ağlamadan kendimi kurtarmıştım. Gözlerimi silmiş, kitabı kapamış ve her şey normalmiş gibi davranmıştım. Bu sefer, acımı içimde tutup yokmuşçasına davranmak istemediğim için kitabı bitirmem birkaç günümü aldı. Bitirmek için yalnız olduğum uygun anı kovalamıştım ve bu seferki okuyuşumda tamamen yalnızdım. Zaten olacak olayları bilmenin verdiği kalp kırıklığıyla mücadele ediyor, gerginliği atlatmaya çalışıyorken bir de bütün o acı katlanarak arttı ve gözlerimin ardındaki çeşme sonuna kadar açıldı. Şunu çok net söyleyebilirim ki ben uzun zamandır böyle ağlamamıştım ve akıttığım gözyaşlarımı avuçlarımda toplasaydım yüzümü çok rahat yıkayabilirdim.


"Tebessümü genişledi, başını yana eğdi. Onu bu şekilde görmek neredeyse canımı yakıyordu. "Söyleyecek misin?" diye sordu.
Tereddüt ettim, tehlikenin beni çevrelediğini hissedebiliyordum.
"Aleksander," diye fısıldadım.
Sırıtışı sönerken gri gözlerini kırpıştırdı.
"Bir daha," dedi.
"Aleksander."
Öne doğru eğilince boynumdaki soluğunu hissettim. Ardından ağzını kolyenin hemen üzerine, tenime dayayıp neredeyse iç geçirdi.
"Yapma," dedim. Geri çekildim ama beni daha sıkı kavradı. Elini enseme götürdü, uzun parmaklarını saçlarıma dolayıp başımı nazikçe geriye yatırdı. Gözlerimi yumdum.
"Bırak yapayım," diye mırıldandı boğazıma. Bacağını bacağıma dolayıp beni kendine çekti. Ellerimi beline götürürken dilinin sıcaklığını, çıplak teninin altındaki kasların oynadığını fark ettim. "Bu, gerçek değil," dedi. "Bırak yapayım."

Karanlıklar Efendisi, kitap boyunca son ana kadar çok az sahneye sahipti ve bu durum aslında canımı çok sıkıyordu. Okurken sürekli onun sahnelerinin gelmesini bekleyerek bir sonraki sayfayı çeviriyordum. Gerçekleşen olaylar ne kadar ilgimi çekerse çeksin, aklımın bir yanı hep ikinci kitabın sonunda çok kötü halde, yıkılan bir şapelin altında bıraktığımız Karanlıklar Efendisi'ne gidiyordu. Evet, ikinci okuyuşumda bile. Neler olacağını bilmemin bir önemi yoktu çünkü onun yarattığı o kadim havayı özlüyordum

Kitabın çok büyük bir bölümü boyunca, Alina'nın aralarındaki bağı kullanarak ruhen onun yanına gittiği anlar Karanlıklar Efendisi'ne dair gördüğümüz tek sahnelerdi ve sayıları da oldukça azdı. Ama o sahnelerde bile Alina'nın kabul etmek istemediği çekimi, Karanlıklar Efendisi'nin göstermemeye çabalasa dahi o sert kabuğunun altından sızan hislerini, bir araya gelseler oluşabilecek bütün o iyi ihtimalleri çok net görebiliyorduk. Evet, ondan hoşlandığı için kendini suçlu hissediyordu, böyle hissetmeye hakkı da vardı. Karanlıklar Efendisi yürüdüğü yolda gerçekten acımasız hamlelerle ilerlemiş, Alina'ya ulaşmasını engelleyen bütün herkesi ezip geçmiş, onun ortaya çıkması için yapması gerektiğine inandığı bütün kötülükleri yapmıştı. Keşke içindeki karanlığı durdurabilmek için çabalasaydı. Keşke kurduğu hayalin kusurlu yanlarını, izlediği yolun ne kadar kötü olduğunu fark edebilseydi. İnsanların ona duyduğu nefreti haksız çıkarsaydı ve içinde yaşamaya devam eden, kötülüğün boğamadığı o gri gözlü, siyah saçlı, kendisine denk birisinin olmasını ve yalnızlıktan kurtulmayı isteyen o çocuğu dışarı çıkarabilseydi her şey o kadar farklı olurdu ki.

Alina'yla bir araya gelerek her şeyi değiştirebilir, bütün sıkıntıları bitirebilir ve mükemmel bir yönetim oluşturabilirlerdi. Karanlıklar Efendisi'nin Ravka'nın düşmanlarından sıyrıldığına ve Grishalar için güvenli bir ülke düzeninin kurulduğuna dair hayalleri gerçekleşir, Alina sayesinde bu hayallere kötülük olmadan ulaşırdı. Tam da Alina'ya dediği gibi, Alina onu iyi bir adam yapabilirdi. Yüzyıllar boyunca yalnız yaşamış, acılar çekmiş ve istediği şey için kötü adam olması gerekiyorsa bunu çoktan kabullenmiş o siyah saçlı küçük çocuğu, gücünün benzeri olmayan o güçlü komutanı beraber kurtarabilirlerdi. İkisinin de yaşadığı, onlar gibi başka kimsenin olmamasının getirdiği yalnızlığı beraberken yok edebilirlerdi. Ve bunu yaparken sevgisiz bir hayat geçirmezlerdi. Aşkı ve tutkuyu sonuna kadar yaşarlardı.

Bütün bunların gerçekleşmeyeceğini bilerek kitabı okumak o kadar zordu ki. Karanlıklar Efendisi Batı Ravka'yı yerle bir etmiş, Keramzin'i yakmış, katliama sebep olmuş ve Nikolai'yi bir canavara dönüştürmeye çalışmıştı. Ne yalan söyleyeyim, yaptığı bütün o şeylere üzülsem dahi, ona gerçekten ama gerçekten kızdığım tek nokta Nikolai'nin içine nichevo'yalarından salmasıydı. Diğer bütün her şeyi yüzyıllardır kurduğu hayal için ufak bir bedel olarak görmüştü ama Nikolai'ye tamamen kişisel sebeplerle saldırmıştı. Bunu açıkladığı hiçbir sahne olmamıştı ama bana kalırsa, yüzyıllardır koruyup kurtarmaya çalıştığı Ravka'nın tahtına oturmuşken ve sonunda hizmet etmek zorunda kaldığı bütün kralları yıkmışken, yıllarını saraydan ve ülkesinden uzakta geçirmiş ukala bir prensin şimdi geri gelerek halkın sevgisini kazanmasına katlanamamıştı. Çünkü bütün savaşlarına ve onları korumasına rağmen halk ondan hep uzak durmuştu, saygı duysa dahi sevmemiş hatta kimileri nefret dahi etmişti. Ki bakıldığında aslında bu çok büyük bir nankörlüktü.

Her şeyin bir noktada bağlanıp da Alina ile Karanlıklar Diyarı'nda son savaş için karşılaştıkları sahne o kadar üzücüydü ki. Acımasızca savaşmış, kime ne olduğunu umursamamış ve sadece Alina'yı ele geçirmeye çalışmıştı. Ama onun neler öğrendiğini, kendi annesinin o kıza ne bilgiler verdiğini bilmiyordu. Eğer bilseydi, bu savaşı da o kazanırdı ama haberinin dahi olmadığı gerçekler tarafından gafil avlanmıştı. Alina'nın gücünün dağılması karşısında şaşkınlığa uğramış, gücünü yitirdiğini ve artık kendisi gibi başka hiç kimsenin olmadığını, daima yalnız kalacağını fark edince iradesinde koca bir delik açılmıştı. Olanların sebebini anlamaya çalışırkenki korkusu çok açıktı. Alina hayatı boyunca beklediği insandı. Ama onun ellerinin arasından kayıp gidişini görünce kontrolünü kaybetti, derin bir kedere boğuldu ve o anda içinde tamir edilebilecek her şey kayboldu. Kendisine dair hiç umudu kalmamıştı ve o anda Alina göğsüne bıçağı sapladığında bunun karşısında üzülmedi bile. Sadece belli belirsiz gülümsedi, gökyüzüne baktı ve Alina'ya onu yalnız bırakmamasını söyledi. Hayatı boyunca yalnızdı ama ölümünde yanında olmayı istedi.

Allah'ım delireceğim ya, şu acıyı görüyor musunuz?

"Alina," diye tekrarladı Karanlıklar Efendisi, parmaklarıyla benimkileri arayarak. Gözlerime yaşlar doldu, şaşırdım.
Uzanarak elinin üstüyle yanağımdaki yaşları sildi. Kanlı dudaklarında belli belirsiz bir tebessüm peyda oldu. "Yasımı tutacak biri." Çok ağırmışçasına elini indirdi. "Kirletecekleri," dedi soluğu kesilerek, elimi biraz daha sıkarak, "bir mezar istemiyorum."
"Peki," dedim. Gözlerimden yaşlar boşaldı. Geriye hiçbir iz kalmayacak.
Titredi. Göz kapakları kapandı.
"Bir daha," dedi. "Adımı bir daha söyle."
Kadimdi, biliyordum ama o an sadece bir çocuktu; çok zeki, gereğinden fazla bir güç bahşedilmiş, omuzlarına sonsuz bir yük yüklenmiş.
"Aleksander."
Gözleri kırpışarak kapandı. "Yalnız kalmama izin verme," diye mırıldandı. Sonra son nefesini verdi.

Önceki kitapların yorumlarında da söylemiştim, bu sefer reread yaparken Alina'dan ve Malyen'den ilk seferdeki kadar nefret edemiyorum. Karanlıklar Efendisi'nin ölümü için hala nefretime sahipler, evet, ama onun dışında özellikle bu kitapta ikisinden de hiç nefret etmedim. Alina sorumluluklarıyla yüzleşmiş ve istese de istemese de önceki hayatına dönemeyeceğini fark etmişti. Yaklaşmakta olan savaştan sonsuza dek kaçamayacaktı ve bir şansı olabilmesi için karşı koyması gerektiğinin, aksi takdirde kolayca yakalanacağının farkındaydı. Kitap boyunca sahip olduğu gücü son raddesine kadar kullanmaya çalışmış, ateşkuşunu bulmak üzere yollara düşmüştü. İkinci kitaptan beri büyüteçleri birleştirmesi gerektiğinin farkındaydı ama bu sefer yapması gereken ne varsa yapıyordu. Karşılarına çıkan engeller kim olursa olsun öldürmekten geri durmuyor, bunu yaparken pişman olmuyordu. Gaddarlaşmış ve psikolojik olarak güçlenmişti.

Malyen ise ikinci kitaptaki tavırlarını tamamen terk etmişti. Korktuğu şeyin Alina'nın gücü olmadığını, o güç yüzünden Alina'nın artık ona ihtiyacı kalmamasından korktuğunu fark etmiş ve bunu itiraf etmişti. Alina'ya duyduğu aşkı göstermekten çekinmemişti ve bir arada oldukları hemen her sahnede de bunu hissetmiştik. Yaptığı bütün hatalardan sonra nihayet kalbinin yolunu bulmuştu. Olgunlaşmış, savaşı tüm gerçekliğiyle kavramış ve yapması gereken neyse onu yapmaya karar vermişti. Alina'nın geleceğinde olmayacağını kabullenmişti ama bunu yaparken ikinci kitaptaki halinden tamamen uzaktı. Kıskançlığının gücüyle değil mantığıyla hareket ediyordu. Beraber olamasalar dahi onu hep seveceğini açıkça görebiliyorduk.

Üçüncü büyüteçin kendisi olduğunu öğrendiğinde ölüme hazırlandı. Alina'nın onun gücüne ihtiyacı olacağını biliyordu ve Karanlıklar Diyarı'nda kendini feda ettiğinde aslında birinci kitaptan bu yana ne kadar değiştiğini çok net görebildik. Yalan yok, ben bu büyüteç olma olayını hatırlayınca Alina'nın sorduğu sorunun aynısını sordum: Ya birbirlerine hissettikleri şey aşk değil de büyüteçler ve Alina'nın gücü arasındaki bağ ise? Ama Malyen'in buna verdiği cevap gerçekten güzeldi. İlk kitaptaki Malyen bu soruya cevap bulamaz ve Alina'nın kalbini kırardı, üstelik grishaların aralarındaki savaştan tiksinerek uzaklaşmak, aşık olduğunun zar zor farkına vardığı Alina'yla kaçarak sorunları çözebileceğine inanmak isterdi. Ama Çöküş ve Yükseliş'teki Malyen, Alina için çekmesi gereken ne acı varsa kabullenmişti. Yine de bütün bunlara rağmen Malyen'i sevemedim, bu kitapta bile. Kötü yazılmış bir karakter olmadığını, geçirdiği gelişimi fark ettim ama o kadar. Çoğu sahnesini de nötr bir ifadeyle okudum. Duyduğu aşk güzeldi ve ilk iki kitaptaki tavırları olmadan başka bir kitapta yazılsaydı cidden baş karakter olarak onu görebilirdim ama bu seride, onu kabullensem dahi bulunduğum taraf hiç değişmedi. Kalbim Karanlıklar Efendisi'nin avuçlarındayken ne Malyen'i Allah aşkına!


Serinin geneline baktığımda ise Leigh'nin kalemini neden bu kadar sevdiğimi tekrardan çok iyi anladım. 3 kitap boyunca anlatılan her şeyi tek bir noktada birleştirebilmiş, her şeyin sebebini açıklamış ve bütün kurgunun birbirine sıkıca bağlanan birçok noktadan oluştuğunu göstermişti. Serinin üzerine kurulduğu hikaye tek bir çizgide ilerlememiş, karmakarışık bir ağın üzerinde yazılmıştı. Morozova'nın hikayesi hem Karanlıklar Efendisi hem de Malyen'le bağlanıyor, birisi otkazatsyayı birisi kadim grisha gücünü temsil ederken aslında aynı aileden geliyorlardı ve bence birbirleri arasındaki bağı göstermek için çok akıllıca bir çözümdü. Malyen'in hikayedeki rolünün göz ardı edilemez olduğunu, Alina için savaşan sıradan bir asker olmadığını kanıtlamış, kaderinin düşündüğü kadar basit olmadığını göstermişti. Karanlıklar Efendisi, Alina ve Malyen arasındaki düğümü çözmüştü, üstelik bunu ilk kez okuyan bir insanın asla fark edemeyeceği şekilde yapmıştı. Bütün o savaş bittikten sonra ise her karakterin yolunu çizmiş, onlara neler olacağını açıklamıştı. Aralarında en çok, Karanlıklar Efendisi öldüğü anda içindeki yaratıktan kurtulan, bunun izlerini taşımaya hep devam edecek olan ama içindeki karanlığın tamamen kaybolmasını umduğum Nikolai için sevindim. Tahta geçmiş, ülkesini korumak için çalışmalara başlamıştı bile. Canım nazik ve zeki prensim benim. Keşke bunlar başına hiç gelmeseydi.

Ama yine de her yerde söylüyorum ve hep söyleyeceğim, bu serinin sonu böyle olmamalıydı. Karanlıklar Efendisi nasıl öldüyse Alina da Malyen de öyle ölmeliydi. Kaderleri birbirlerine böyle bağlı yazılmışken, birisinin ölmesiyle her şey çözüme kavuşmamalıydı. Madem nihai iyiliğe ulaşmak için fedakarlık yapılacaktı, neden bütün her şeyin bedelini Karanlıklar Efendisi ödedi ki? Bu kaderin en büyük yükü niye ona kaldı? Niye o asla yüzünün gülmediği bir hayat yaşamışken Alina ve Malyen istedikleri hayata kavuştu? Madem onlar ölmeyecekti, Karanlıklar Efendisi'nin de başka bir kurtuluşu yok muydu? Onun için de başka bir son yazılıp, mutluluğa kavuştuğunu göreceğimiz bir kitap için açık kapı bırakılamaz mıydı? Niye bize bunu yaptın Leigh?

Hadi madem böyle oldu, keşke Alina bundan biraz da olsa suçluluk duysaydı. Kaderlerinin bütün yükünü Karanlıklar Efendisine yıkmaktan, sadece ona bedel ödetmekten pişman olsaydı. Huzur içinde yaşamak yerine daima Karanlıklar Efendisi'ni hatırlasaydı. Gücünü kaybetmiş olması umurumda bile değil, keşke o adam için biraz olsun acı çekseydi. Bu kadar büyük bir olayın parçası olmuşken, yasak güç olan merzost'u kullanmışken biraz olsun gerçek bir bedel ödeseydi, hep istediği hayata kavuşarak ödüllendirilmeseydi mesela. Yüzyıllar boyunca o adamın kabuğunun altına sızmayı başaran tek insan olmuşken, onu böyle çabuk unutmasaydı.

Goodreads karakter sayısı dolduğu için yorumu burada bitirmek zorundayım ama yanlış anlaşılmasın, anlattıklarımdan pişman değilim, aklım hala anlatamadıklarımda.

The Darkling, kalbimin sahibi, gerçek aşkım. Hoşçakal. Seni çok seviyorum.





Yorumlar

Popüler Yayınlar