HER ŞEY İÇİN TEŞEKKÜRLER - TOMMY WALLACH / KİTAP YORUMU






Orijinal İsim: Thanks for the Trouble
Yazar: Tommy Wallach
Çeviri: Hasret Parlak Torun
Sayfa Sayısı: 256
İncelemek İçin: D&R
Puanım: 2/5








TANITIM

“Hiç kimse genç hissetme duygusunun önüne geçemez.” 


Parker Santé beş yıldır tek kelime konuşmamıştı. Sınıf arkadaşları parlak gelecekleri için planlar yaparken, o okuldan kaçarak otellerde takılıyor, zaman öldürmek için ise oteldeki konukları izliyordu. Fakat göründüğünden biraz daha büyük olduğunu iddia eden Zelda Toth adındaki gümüş saçlı esrarengiz kızla tanıştığında, uğruna yaşanacak birkaç küçük şeyin daha olduğunu keşfedecekti.


YORUM

"Belki de çocukların mutsuzluğu tespit edebilme gibi bir yeteneği vardır ama büyüdükçe bu özelliklerini kaybediyorlar. Zaten kaybetmeleri de gerekir. Yoksa insanların nasıl mutsuz olduğunu ve asla kendilerini mutlu etmeyi başaramayacaklarını da fark ederler."

Her Şey İçin Teşekkürler'i ilk aldığımda, kitabı okumak için sabırsızlanıyordum. Eğlenceli ve güzel olacağını düşünmüştüm ama bir süre sonra bu okuma isteğimi kaybettim. Bir şekilde elim gittiğinde bile 'okumak istediğim için' değil de, 'okumam gerektiğini hissettiğim için' okuyacakmışım gibi geliyordu ve ben de geri bırakıyordum.

Bu ayki okuma listeme eklediğimde ise, o ilk heyecanımı beklemekten çoktan vazgeçmiştim çünkü gelmeyeceğini anlamıştım. Neden hevesim kaçtığını bilmiyorum, belki her yerde çok fazla alıntı gördüğümden ve herkes çok fazla beğendiğindendir. Çünkü o zaman 'beğenmeliyim' baskısı ister istemez oluşmuştu ve ben de kitaba uzattığım eli hep geri çekmiştim.

Ayrıca goodreadste incelediğim kadarıyla da, arkadaş listemde olup da okuyan kişilerin çoğu beğenmiş ama üzülerek söylüyorum ki ben beğenemedim.

Parker ve Zelda okumaya alışık olduğum karakterlerdi ve ikisi de beni şaşırtamadı. Kitap boyunca şaşırmaya en yakın olduğum yer, Parker'ın otelden çıkarken defterini unutmasıydı ama düşününce zaten bir şekilde Zelda'yla tanışması gerekiyordu. Parker'da ve Zelda'da ise beni şaşırtan hiçbir şey yoktu. Kısa süre önce fiziksel ya da psikolojik bir hasar almış olan ana karakterimiz, aynı zamanda anlatıcımız, normal düzeninde seyreden bir günde tuhaf ve hayata dair uzun uzun cümleler kurabilen esas kızımızla tanışır ve birden her şey değişir. 

Eeeeeh.

Tamam, klişeleri iyi işlendiği sürece sevdiğimi hep söylerim. Klişelerle sorunum yok ama bir kitapta insan hiç mi şaşırmaz, arkadaşlar? Konusu çok alışılmış diye bu kitaptan beni şaşırtmasını bekleyemez miyim? Kitap bittikten sonra aklımda kalacak ve kitaba her baktığımda hatırlamayı seveceğim bir şey beklemek saçmalık mı?

Bence değil ve bu kitap bana bunlardan hiçbirisini vermedi.

Zelda ve Parker'ın yaşadığı bütün sahneler, Parker'ın üniversiteye gitmeye karar vermesi amacıyla yazılmıştı ama bana kalırsa bu kararı vermek için Zelda'ya ihtiyacı yoktu. Babasının kaybını atlatmak için bir şeyler yapmaya başlaması, Zelda'yla konuşmadan da gerçekleşebilirdi çünkü tek yapması gereken etrafındaki birkaç insanla gerçekten konuşmaktı. Tamam, şimdi diyeceksiniz ki, etrafındaki insanlarla konuşmasını Zelda'yla olması sağladı. Ama ben böyle düşünmüyorum. Zelda ona 'insanlarla konuş, bir şeyler yap' falan demedi ki. Parker, Zelda'yla iletişim kurarken diğer insanlarla da kendi kendine iletişim kurmaya başladı, o kadar. Zelda olmasa da bir şekilde satranç oynarken Alana'yla sohbet edebilirdi.



"Genç insanlar duyguları daha derinden yaşıyorlar, öyle değil mi?" dedi sessizce, neredeyse kendi kendine konuşuyormuş gibi. "Çünkü yaşadıkları şeylerle ilk kez karşılaşıyorlar."

Zelda ise sürekli 'ben gizemli, tuhaf ve kafası daha derin düşüncelerle dolu olanım' modundaymış gibi hissettim. Bilmiyorum ama çok fazla 'Her Şeyin Başlangıcı'na benzettim ve bazı detaylar dışında arada fark olduğunu sanmıyorum. Ya da Kağıttan Kentler. Ki defalarca kez demiştim, ben John Green tarzını sevmem ve bu kitabı okurken de kendimi bir John Green romanı okuyormuş gibi hissetmekten alamadım. 

Kitabın dilini de çok fazla sevemedim. İğneleyeci ve alaycı bir dil kullanan karakterlerde eğleniyor olsam bile, bu kitabı okurken kendimi kaptırdığım anlar olmadı. Sanırım karakterlerin zorlamalığını düşündüğüm için böyle hissettim ve anlatım tarzı da beni saramadı. Bilmiyorum ama kitapla ilgili en sevdiğim şeyin (hatta belki de tek) Parker'ın yazdığı hikayeler olduğuna eminim. Sıradan ve sadece sonunu değil, ilerleyiş biçimini de bildiğim bu kitabı okurken, arada bir nefes alma molası gibi yazılmış o hikayeleri okumak gerçekten zevkliydi. 

Beni hayal kırıklığına uğratan bir diğer noktaysa, herkesin tonlarca alıntı paylaştığı kitapta sadece iki yeri post-itle işaretlemiş olmam. Okurken eğleneceğim ve orta düzeyde seveceğim bir kitap okuyacağımı düşünmüş, ama buna rağmen daha fazla alıntı yazacağımı sanmıştım. Yanılmışım.

Bu hafta bitirdiğim üçüncü kitaptı ve diğer iki kitap gibi, bunda da umduğumu bulamadım. Eğer siz okumaya karar verirseniz de, diyebileceğim tek şey 'umarım beğenirsiniz' olur çünkü zaten başka bir sözüm kalmadı.

He bir de yukarda bahsetmeyi unutmuşum, bana kalırsa insan birisine üç günde aşık olup 'onsuz yaşayamam' durumlarına bağlamaz. İlk görüşte aşk başka bir şey bu başka bir şey. Hadi şans eseri aşık oldu diyelim (gerçi şans olup olmadığı da tartışılır) bunu öyle hemen fark edip, kabullenemez. 

Hadi len! derler adama.

Yorumlar

Popüler Yayınlar