TOPRAĞIN SONU (AIR AWAKENS #3) / ELISE KOVA || KİTAP YORUMU






Orijinal İsim: Earth's End
Seri Sıralaması: #3
Yazar: Elise Kova
Çeviri: Yaprak Onur
Sayfa Sayısı: 344
İncelemek İçin: Goodreads
Puanım: 4/5






TANITIM

Havanın gücüyle uyanmış bir kadın, ateşle terbiye edilmiş bir asker, kandan doğmuş bir silah.


Vhalla Yarl, Kuzey’deki cepheye ulaşmıştı. Kan ve ateşle imtihanından sonra Solaris İmparatorluğu’nun vereceği bu son savaşta kendini her şeye hazırlamıştı. Artık karşısındaki seçenekler kölelik ya da özgürlük değildi. İmparator hâlâ Vhalla’nın kaderini demir yumruğunda tutuyor ve Havagüdücü’nün hayatta kaybedebileceği her şeyi, her an bırakmak üzere uçurumun üstünde sallandırıyordu.

Vhalla’nın, hayatına yön veren her şeyden uzaklaşması ve tamamen kendine ve gücüne odaklanması gerekecek fakat bu hiç de kolay olmayacaktı.


YORUM

"Bu konuda aceleci davranma. Eğer olacağı buysa..."
"Bunu yapma." Gözleri öfkeyle alevlendi ve bu, sesinin tınısını daha da derinleştirdi. "Bana bunu yapma Vhalla Yarl." Aldrik, Vhalla'nın şu an onun olduğunu düşündüğünden çok daha güçlü ve hızlı bir şekilde kızı tekrar yatağa çekti. "Sana bunun hiç kolay olmayacağını söylemiştim, seni uyarmıştım. Bunun için savaşmaya hazır değilsen kalbimi yaralamaman için yalvarmıştım."

Bu seri sinirlerimi de kalbimi de harap ediyor artık benim.

İkinci kitabı okuduktan sonra aşırı sinirlenmiştim ama herkes üçüncü kitabın sonunun daha beter olduğunu, asıl o zaman delireceğimi ve sevdiğim Aldrik'e çok sinirleneceğimi söylemişlerdi. Kitabın sonundan bildiriyorum: Hepsi oldu arkadaşlar. Hatta sadece Aldrik'e sinirlenmekle de kalmadım. Kitap boyunca Vhalla'ya, son kısımda Aldrik'e, her bölümde imparator denen rezil herife, bunları böyle yazan yazara ve bu seride hala güzel bir şey olmasının umudunu arayan kendime çok sinirlendim. O kadar saçma bir son oldu, sadece Aldrik değil hepsi açısından o kadar gereksiz tavırlar sergilendi, o kadar aptal sözler söylendi ki dördüncü kitapta bu olayın etkilerini okumaya nasıl dayanacağımı bilmiyorum. Her şey öyle bir noktaya getirildi ve dağıtıldı ki yapabilseydim bile toparlamak için neresinden tutacağımı bilemezdim. 

"Zamanı arzuladın," diye açıkladı Aldrik. "Zamana durması için dil döktüğün, güneşe doğmaması için yalvardığın her seferi duydum. Aynı hislere benim de sahip olduğumu bilmeni istiyorum. Benim dakikalarıma, saatlerime, günlerime senin sahip olacağının sözünü vermek istedim." Uzun parmakları Vhalla'nın saati kavrayan parmaklarının üzerine kapandı. "Geleceğim senindir, Vhalla Yarl."

Böyle güzel sahnelerin arkasından o sonun gelmesi gerçekten canımı acıtıyor benim ya.

Aldrik'in ikinci kitabın sonundaki düşüşünden sonra bu kitabın başından beri uyanacağını, bir şekilde iyileşeceğini zaten tahmin ediyordum ama bir türlü aynı adam olarak uyanıp uyanmayacağından, ölümün ucundan dönerken neleri geride bırakacağından endişeleniyordum. Vhalla ile arasındaki ilişkinin bu düşüşten nasıl etkileneceğini, o ilişkiyi umursayan mı yoksa umursamayan bir adam mı göreceğimizi, haftalarca komada olan adamın geri geldiğinde ne kadar o adam olacağını bilemiyordum çünkü şifacısı Elicia bile bu konuda endişelerini dile getirmişti. Benim endişelerim bir yana bir karakterin bunu söylemesi bu olasılığı çok daha gerçek kılmıştı. Uyanacağı anı, neler yapacağını aşırı merak ediyordum ve en nihayetinde uyandığında, aynı adam olmadığını kanıtlamıştı. Geriye daha korumacı, aşkını daha çok açığa vuran, söz konusu Vhalla olduğunda imparator dahil herkese hak ettiği cevapları veren, kızı korumak için ondan uzak durma mantığının ne kadar yanlış olduğunu anlayıp birbirlerini korumanın tek yolunun bir arada olmaları olduğunu anlayan bir adam uyanmıştı. Ve ben ona bayılmıştım.

Vhalla'yı kaybetme ve onunla geçirdikleri her dakikanın aslında son dakikaları olabileceği korkusuyla elinden gelenden fazlasını yaparak sınırları zorluyor, günün çoğunu onunla geçiriyor, kaybetme korkusunun verdiği cesaretle artık duygularını dizginlemeye çalışmıyordu. Babasının emirlerine karşı geliyor, konumunun getirdiği gücü sonuna kadar kullanıyor, insanların Vhalla hakkındaki fikirlerini değiştirmek için sayısız plan yaparak ilişkilerini kabul ettirebilecekleri bir ortamın temellerini atıyor, ilk iki kitapta yaptığı gibi kızı uzaktan korumaya çalışmak yerine onun için kelimenin tam anlamıyla savaşarak onu koruyordu. Babasının nefretinin ve geleceğe dair bütün belirsizliklerin arasında kendilerine bir dünya kurmuş, odalarını kozaya çevirerek mutluluklarını içerde tutmaya çalışmışlardı. Girdiği koma hem Vhalla'yı hem onu değiştirerek ilişkilerinin daha yoğunlaşmasını, aptal yanlış anlaşılmaların yerini dürüstlüğün, arzunun, aşkın ve mutluluğun almasını sağlamıştı.

Vhalla'yı sadece sevdiği kız olarak görmüyor, onun zekasını ve güçlerini takdir ederek ona saygı duyuyor, etraflarındaki herkesin de ona hak ettiği şekilde davranması için elinden geleni yapıyordu. Aralarındaki bütün ünvanlar, şartların getirdiği bütün koşullar kalkmıştı ve birbirlerine denk olduklarını, birbirlerine besledikleri aşkın babasının isteğiyle sönecek bir alev olmadığını çoktan anlamıştı, bunu göstermekten de hiç çekinmiyordu. Her şey bittiğinde sahip olabilecekleri bir gelecek üzerine hayal kuracak ve o hayalleri gerçekleştirmek için gerekli adımları atmaya hemen başlayacak kadar aşık olmuştu. Özellikle ikinci kitaptaki git-gelli karakterin yerini ne istediğini bilen, koşulları umursamadan istediği hayat için savaşabilecek gücü gösteren, sevdiği kızın önünde ya da arkasında değil tam yanında duran bir adam almıştı. Farkında olmadığı tek şey, ne kadar güçlü örülürse örülsün her kozanın bir gün çatlayacağıydı.

Bütün aşkına rağmen hala iş beyninin en karanlık sırlarına gelince bunları Vhalla'ya anlatmaktan kaçınıyor, koca bir savaş için taktik önerilerini istiyor ama kişisel problemlerini dile getirmeyi ve onlar için yardım istemeyi reddediyordu. Sırların tutulmaya devam ettiği bu durum ilişkilerine zarar vermeye başlıyordu ve zaten sonunda kötü bir şeylerin olacağını bildiğim için bu sahneleri okurken daha da geriliyordum. Bu sırlar yavaş yavaş açılıp sorunlar ortadan kalktığında ise yine tam mutlu olamıyordum çünkü madem bu kadar güzel sahneler vardı da kim bilir ne sahnelerle nasıl bir sona gideceğiz diye düşünüp duruyordum. Bunları düşünürken olası bütün senaryoları kafamda kurduğumu sanmıştım ama kitabın sonunda gerçekleşen şeyi hiç tahmin edememiştim. İstemediğimi düşündüğüm bütün ihtimallerden daha kötüsüydü ve geri dönülemez hasarlara yol açmış, hikayenin ufak tefek sorunlu ama en azından mutlu gidişatını bozmuştu. Sebebini anlıyor olsam dahi Aldrik'in sergilediği tavır, hiç düşünmeden ve sadece zarar vermek için kullandığı cümleler o kadar kırıcıydı ki, Vhalla karşılığını verdiğinde kırılmayı hak ediyordu. Tek fark Vhalla'nın dile getirdiklerinin bazılarının -belki de onun için en kırıcı olanının- gerçek olmasıydı ve o anda öyle kırılmayı hak ettiğini düşünsem de bir yandan da üzülüyordum. İnanılmaz saçma ama büyük bir kavga yaşanmış, söylenen her zehirli sözü böyle davrandıkları için ikisine de kızarak, sahip oldukları mutluluğun yıkılışına kederlenerek okumuştum. Ancak asıl öfkemin sebebi ikisi de değildi. Her şey bittiğinde Vhalla için de Aldrik için de hissettiğim en yoğun his üzüntüydü.


"Sana aşığım," diye mırıldandı veliaht prens dua edercesine.
"Ben de sana," diye karşılık verdi.
"Benden vazgeçme." Aldrik gözlerini sıkıca yumdu. "Benim için yaptıklarını hak etmiyorum... ama sen... bu, yıllaedır bana kendimi insan hissettiren ilk şey, beni daha fazlası için çabalamaya iten ilk şey. Sen beni mutlu eden, tekrar bir şeyler istememi ve umut etmemi sağlayan ilk kişisin."

Vhalla yine kitabın özellikle ilk kısımlarında beni çok sinirlendirmiş, ilerleyen bölümlerde bunu azaltsa da ara ara sinirime dokunacak şeyler yapmaya devam etmişti. Aldrik'e dürüst olmasını ve ona her şeyi söylemesini istiyordu ama kendisi ondan bir şeyler saklamaya devam ediyor, çok tehlikeli olan bir olayda bile ona asla haber vermiyordu. Soğukkanlı ve güçlü davranarak ölümünü isteyen herkese karşı dik durduktan sonra başka bir an geldiğinde tekrar hakaretlere baş eğmeye başlıyor, her ne kadar bunu çoğu zaman Aldrik için yapsa da imparatorun onu ezmesine izin veriyordu. Bunun yerine toplantılarda sergilediği saygılı ama bir yandan asi tutumu devam ettirebilmesi, Aldrik'in ne olursa olsun onun yanında oluşuna ve onun için ayakta durmasına uygun davranması çok daha güzel olurdu. Ateş Lordu ve Rüzgar İblisi'nin açık açık el ele tutuşarak karşılarında durması, imparator bozuntusu herifin açık açık onları ve aralarındaki aşkı aşağılamasını biraz olsun engelleyebilirdi. Belki o zaman geldikleri nokta çok daha farklı olurdu.

Ama beni asıl sinirendiren şey, ilk iki kitap boyunca sürdürdüğü duygu karmaşasını hala atamamış olmasıydı. Aldrik'e olan aşkını itiraf etmiş, onu kaybetmenin sınırına gelmiş, onu yaşatabilecek en ufak bir umut kırıntısı için düşman topraklarından tek başına zorlu bir yolculuk gerçekleştirmiş ama ondan uzak kaldığı ilk anda yanına yanaşan Daniel'ın arkadaştan fazla ilgisini kabullenmişti. Aldrik için uçurumdan atlamıştı ama onun kilometrelerce uzaklıkta başka bir kampta komada olduğunu bilmesine rağmen kendisini kötü hissettiği gecelerde, Aldrik'in varlığını hissettiği odada kalmayı bırakıp Daniel'la uyumaya gitmişti. Bir yandan Aldrik'e aşıkken ve o adam ölümle cebelleşirken bir yandan da kendisine olan ilgisini artık daha açıkça belli eden başka bir adama sığınıyordu. Onun yakın davranmasına, başkalarının imalarda bulunabilecekleri kadar birbirleriyle yakınlaşmalarına, hatta ve hatta bir yandan Aldrik'e aşık olduğunu söylerken bir yandan da o adama 'biz neyiz?' diye sormasına katlanamıyordum. Bu sorunun cevabına bile kesin bir yanıt veremiyor, bir türlü kurtulamadığı duygusal karışıklıklarından biri olduğunu söylüyor, Aldrik en nihayetinde uyandığında ve tekrar bir araya geldiklerinde bile, her şeyi unutması gerekirken o adamın girdiği kıskançlıkla uğraşıyordu.

Bu nasıl bir aptallık ya!

Neyse ki Aldrik'in uyanmasından hemen sonra Daniel'la olan fazla yakınlığını onun bile farklı yorumladığını anlamış ve en azından sevdiği adama ihanet etmenin sınırlarında dolaşmayı bırakmıştı. Giderek azalsa da arada sırada o duygu karmaşalarını tekrar yaşıyordu ama en azından Daniel'ın haksızca umutlandığı anlarda Aldrik'e aşık olduğunu söyleyebiliyordu. Bu değişimi biraz olsun sinirimi yatıştırmıştı ama yine de canımı o kadar sıkıyordu ki, bu ilişki dışında sinir eden hiçbir yanı bulunmamasına rağmen Daniel'ı bile sevmiyordum. Onunla ne kadar iyi arkadaş olabildiği ve Vhalla'nın iyiliği için çabalıyor olması umuumda bile değildi açıkçası. İkinci bir Sareem vakası yaşanıyordu ama daha kötüsüydü çünkü Vhalla en azından Sareem'den hoşlanmıyordu. Daniel ile arasındaki ilişkinin sınırlarını ise hiçbir zaman net olarak arkadaşlıkla sınırlandıramamıştı.

Vhalla'ya dair kitapta en sevdiğim kısımlar, ne kadar zeki ve güçlü olduğunu göstererek herkesin alaycı cümlelerini ağzına tıktığı, ondan nefret eden imparatorun sinirden kuduracak noktaya gelmesine sebep olduğu ve Aldrik'le beraber aralarındaki ilişkiyi insanlara göstermeye başladıklarında kendinden emin duruşunu hiç bozmadığı, yavaş yavaş herkesin ona alışmasını sağlayıp kendini dünyanın tepesinde gören imparatora olan sadakati sarstığı anlardı. Yeteneklerinden bir lanetmiş gibi bahsedilip insan yerine konmadığında bile sakin kalmayı başarmış, onlara istedikleri kaosu vermemişti. Sinirini tutamayacak hale geldiğinde kelimeleri kullanarak suç sayılabilecek açık bir saygısızlık göstermeden herkese haddini bildirmişti. Ama en güzel anları savaş meydanındaki güçlü halleriydi. Serinin başında gücünü reddeden kızın yaşadığı gelişimi çok net görmüştük çünkü Vhalla artık büyüden korkmak yerine onu hayatının ayrılmaz bir parçası yapan güçlü bir kadına dönüşmüştü. Rüzgar İblisi lakabından rahatsızlık duymamış, tam da o insana dönüşmek için çabalamıştı. Aldrik'le güçlerini birleştirerek savaşmışlar, sınırın dışında ya da içinde bulunan kötü niyetli kim varsa hepsine bir aradayken asla yenilmeyeceklerini, Ateş Lordu ile Rüzgar İblisi'nin beraber olduklarını göstermişlerdi.

"Ellerini uzat." İmparatorun sabrı tükenmek üzereydi.
Vhalla ellerinin titremesini engellemek için yumruklarını sıktı ve ağzına gelen safrayı yuttu. Yavaşça bileklerini kaldırdı. Fakat demirin tenine değmesini beklediği yere sıcak parmaklar dokundu.
Aldrik bileğini sıkıca kavrayarak onu geriye doğru çekerken gözleri alev alev yanıyordu. Vhalla prensin hareket ettiğini duymamıştı bile. "O kelepçeleri ona takmayacaksın," dedi tehdit edercesine.

İmparator denen vasıfsız şerefsizden o kadar tiksiniyorum ki anında geberip gitmesini, o kötülük yayan, mutluluk sömüren lanetli varlığının kitaptan silinmesini istiyorum. Güç isteğiyle deliye dönmüş ve bunun uğruna her yere yıkım götürmüştü. Savaşta hiçbir rolü olmamasına ve her şeyi onun adına başkalarının yapmasına rağmen kendisini dünyanın merkezi sanıyordu. Aldrik ve Vhalla'nın aşkına karışma hakkını kendisinde görmüş, onların hayatlarıyla bir oyuncak gibi oynayamadığını fark ettiğinde de daha hain hamleler yapmaya başlamıştı. Herkesin gözündeki saygısını yitiriyor olsa bile delice davranışlarından vazgeçmemiş, ancak kitabın sonunda anladığımız bir amaçla hareket etmişti. Oğulllarının ikisi de iyi ki ona çekmemişti çünkü onun kopyası bir başka karakteri okumaya daha katlanamazdım. Keşke Vhalla çatışmanın arasında onu kurtarmasaydı ve kuzeylilerden birinin oklarının gözünde olduğunu, savaş meydanında atından düştüğü için dakikalarca çiğnenmesini ve bu yüzden kanlı bir çuval haline gelen bedeninin tanınmamasını, bilinmeyen yüzlerle beraber yerde bırakılmasını ve hikayesinin böyle bitmesini okusaydık. Solarisin imparatoru ve güneşin temsilcisi olarak yaşamayı değil, böyle yerlerde sürünerek ölmeyi hak ediyordu.

Allah'ın belası. Umarım merhamet için yalvardığın ama geberdiğin sahneyi okurum.

Kitabın ana hikayesinde ise kesin bir netlikle açığa çıkan fazla bir şey olmamasına rağmen sanırım artık durumu kabullenmiş durumdayım. Ana kurgu'yu Vhalla ile beraber öğreniyoruz ve bu öğrendiklerimiz az olsa dahi arada geçen bir sürü olayın yoğunlu bu eksikliği gideriyor. Evet, gönül isterdi ki çok daha karmaşık ve anlaması güç, insana 'vay bee' dedirten bir ana kurgusu olsaydı, bu ana kurguyu deliş deşik inceleyecek kadar bilgimiz olsaydı ama olsun, buna da şükür. En azından üç-beş savaş gördük, geleceğe dair gerçekleşecek yeni şeyler öğrendik -ki Allah bazılarını kahretsin- ve biraz da olsa büyücülerin, Rüzgargüdücülerin kökenine dair bize yol gösterecek ilk konuya ulaştık. Bu konunun başımıza bela olacağı çok net ortada ama tam da bu noktada aklıma gelen bir soruyla içimi rahatlatıyorum: Bize bela olmayan bir şey var mı ki?

Sinir harbinin yorgunluğu ve uykusuzlukla 4. kitaba hemen başlayamıyorum çünkü en azından yarım saatlik bir uykuya ve daha sonra da zihnimi açacak bir kahvaltıya ihtiyacım var. Ama hemen bunlardan sonra en geç iki saate başlarım ve akşama kadar maraton grubuna yetişirim diye düşünüyorum. Ve kitabın sonuna dair tek bir cümle söyleyerek bitiriyorum yorumu.

Bu sonda emeği geçen herkesin Allah belasını versin.











Yorumlar

Popüler Yayınlar