YARA İZİ KRALI (KING OF SCARS #1) / LEIGH BARDUGO || KİTAP YORUMU






Orijinal İsim: King of Scars
Seri Sıralaması: #1
Yazar: Leigh Bardugo:
Çeviri: Belgin Selen Haktanır
Sayfa Sayısı: 592
İncelemek İçin: Goodreads
Puanım: 4/5








TANITIM

 Her geçen gün yeni bir yara edinen, yara izleriyle dolu bir kral…

Ülkeleri için her şeylerini ortaya koyan Nina, Genya, David ve Zoya…

Verilen savaşlar hiç bu kadar yaralı olmamıştı.
Karanlıklar Efendisi tarafından benliğinin derinliklerine işlenmiş bir canavarla, savaşın sona ermesinin üçüncü senesinde hâlâ savaşmaya devam eden Nikolai Lantsov, Ravka için bu canavardan kurtulmaya kararlıdır.

Grisha Üçler Erki ise bu savaşta her daim yanındadır. Ancak işler her zaman planlandığı gibi gitmez… Ravka’nın yeniden bir savaşla burun buruna gelmesiyle Nikolai kendisini iki şey için mücadele ederken bulur: kendisi ve ülkesi. Bu ikisi için ise her şeyi riske atmaya hazırdır.
Her hesaplaşmada canavarla biraz daha bütünleşen Nikolai, canavardan kurtulup kendisini serbest bırakabilecek; ülkesini yeniden kapısında beliren bir savaşın kıyısından kurtarabilecek midir?

YORUM

"Hepimiz birbirimize bağlıyız Kral Nikolai. Grishalar, Karanlıklar Diyarı ve sizin içinizdeki güç. Karanlıklar Diyarı, asla iyileşmeyecek olan bir yara. Ama belki de iyileşmemesi gerekiyordur."

Bu kitaba dair birçok şeye kızgınım.

Ama sonu mükemmeldi.

Beni zerre tanıyorsanız Leigh Bardugo'yu, kitaplarını, karakterlerini, yarattığı evreni ve hikaye anlatıcılığını ne kadar sevdiğimi zaten biliyorsunuz demektir. Yaklaşık 5 yıl önce Grisha serisini ilk kez okuduğumdan beri en sevdiğim yazar ve ne yazarsa yazsın alıp okurum çünkü ne yazarsa yazsın güzel yazacağını biliyorum. Anlattığı kurguya, karakterlerine, onların dertlerine ve hayallerine, oluşturduğu dünyaya insanı öyle bir bağlıyor ki, bir Leigh Bardugo kitabı bitince yaptığınız ilk şey sıradaki Leigh Bardugo kitabının ne zaman çıkacağına bakmak oluyor. Daha sonra yaptıklarınız da sırasıyla tarihin uzaklığına isyan etmek, eğer orijinal dilinde okumayacaksanız o tarihin üzerine eklenecek çevrilme sürecini düşünmek, daha çok isyan etmek, biraz yatışmak için halihazırda okumuş olduğunuz kitaplarının fanartlarını incelemeye, alıntılarını okumaya dönmek, yazdığı evrene duyduğunuz özlem had safhaya gelince kitaplara reread yapmaya başlamak ve bu arada da yeni kitap için gün saymak oluyor.

Grisha serisini okuduğumdan beri Nikolai'yi çok seviyordum ve yan karakter olarak kalması, hikayesinin tam olarak anlatılmaması hoşuma gitmiyordu. Yaşadığı bütün o kötü şeyleri hep dışardan bir gözle okumuş, ondaki etkilerini onun bakış açısından görememiş, seri bitince de bütün o travmayla, perişan hale gelmiş Ravka'yla ve dört bir yanındaki düşmanlarla neler yaptığını okuyamamıştık. Daha fazlasını okumak istiyordum çünkü Nikolai'nin hikayesi anlatılmayı hak ediyordu. Bu yüzden de Leigh Nikolai'yi anlatan bir seri yazdığını duyurduğunda aşırı sevinmiştim. Deli gibi güncellemeleri beklemiş, kapak yayınlandığında bayılmış, yurtdışında çıkıp da herkes okuduğunda sinirlenmiş, bizde çevrilmesini beklerken delirmiş ve en sonunda kitap çıkınca da mutluluktan kafayı sıyırmış, bir Kargalar Meclisi rereadinin ardından okumaya başlamıştım. Nikolai'nin hikayesi sonunda ellerimdeydi ve aşırı heyecanlıydım.

Meğerse Nikolai dışında herkesin hikayesiymiş. İşte şimdi kızdığım kısımlara başlıyoruz.

"Canavarın geri çekildiğini hissetti. Eylem. Karar. Bu gibi anlarda, neredeyse eski hali gibi hissediyordu. Bu yaratık ruhunu ele geçirmek istiyorsa, Nikolai onunla var gücüyle savaşmaya niyetliydi. Ve ruhunun bir parçasını bile onu karanlığa sürükleyen o dehşet hissine teslim etmeyecek olan bu savaş, orada ve o anda başlamıştı. Her zamanki gibi yapacak, ileriye bakacak ve umudun görünmez bir yerde çalılık ormanının kökleri gibi onu bekliyor olması için dua edecekti."

Allah aşkına söyleyin, Nikolai nerede bu kitapta?! Ben yıllarca beklediğim Nikolai'nin hikayesinde neden ondan daha fazla Nina, Zoya ve hatta Isaak adlı bir muhafızı okuyorum? Hadi Zoya diğer baş karakter, onu okumamız normal diyelim ki Nikolai bu kadar azken onu o kadar çok okumamız da hiç normal değil, ben niye bin tane yan karakter olayı okuyorum da biricik tilkimin, Nikolai'min neler yaşadığına, neler hissettiğine dair bir sayfayı kitapta zor buluyorum? Niye onun bölümlerini okurken bile diğer karakterlerin çokluğundan adamın neler atlattığını, Karanlıklar Diyarı yok edilip Ravka'nın başına geçtikten sonra neler çektiğini, içine giren gölge yaratığın onda nasıl bir travmaya sebep olduğunu, kabuslar görüp görmediğini, karanlık köşelerden uzak durup durmadığını, yatağına yatıp canavarın onu ele geçirememesi için kendisini zincirletip uyku iksirleri içince neler hissettiğini, rüyasında neler gördüğünü, koca bir ülkenin dertleriyle uğraşırken kendi derdine çözüm bulamamanın yaşattığı siniri, kederi, iç hesaplaşmalarını okuyamıyorum?

NEDEN?

Kendi serisinde, kendi kitabında adam o kadar az yazılmıştı ki başlarda buna inanamadım bile. Sürekli sayfaları çeviriyor, ne zaman onun bölümlerine geleceğimi arıyor ve hep başka karakterlerle karşılaşıyordum. Üstelik zaten az olan bölümlerinde bile Nikolai'ye odaklanılmıyor, hep başka karakterlerle başka başka olaylar oluyordu. Yani tamam, bunların olması gerekiyor ama şu adamı da doya doya bir okuyalım lütfen ya. Ki okurken modumu düşüren asıl nokta da bu değildi. Zaten az okuyorduk ama özellikle başlarda, okurken Nikolai'yi değil de bir başkasını okuyorduk sanki. O eğlenceli, laf sokup duran, zırhı olarak egosunu ve ironiyi kullanan, alaycı tavrıyla insanları sinirlendiren, gerçekten endişelendiğinde anında ciddileşen ve olaya göre Sturmhond ile Kral Nikolai zırhları arasında fark edilmeyen bir hızla geçiş yapan, istediğini almayı bilen, omuzlarında taşıdığı yükler yüzünden nadiren de olsa üzüntülerini ve endişelerini açığa seren o adam gitmiş, yerine kitabın son kısımlarına kadar bu özelliklerden sadece alaycı kimliğini koruyan, yine istediğini alan ama gerçekten eğlendiği anların olmadığı durgun bir adam gelmişti. Tabii ki içine canavar girdikten sonra bunlar başına gelebilir diyor olabilirsiniz şu an ama bahsettiğim şey bu değil. Elbette o canavar onu değiştirir, eskisi gibi olmamasına sebep olur ama ben Nikolai'nin yüzeysel geçilmesinden bahsediyorum burada. Yan karakter olduğu Grisha serisinde bile adamın karakter katmanları çok daha fazla ortadaydı.

"Belki de canavarın dediği her şey doğruydu. Nikolai'ın halkı için yapmış olduğu ya da yapacağı hiçbir şey asla yeterli olmayabilirdi. Bir yanı hiçbir zaman değişmeyebilirdi. Hiçbir zaman gerçek anlamda soylu bir adam ya da gerçekten değerli bir kral olmayabilirdi. Sonuç olarak, güzel saçları ve hayal becerisi olan bir adamdan başka bir şey olmayabilirdi.
Ama şu kadarını biliyordu. Ülkesi rahat edene dek, kendisi de rahat edemeyecekti.
Ayrıca, asla yaralı bir adama sırtını dönmeyecekti. O adam kendi olsa bile."

Kendiyle ve canavarla yaptığı savaşı ancak son 100 sayfada falan okuduk ve burda bile aslında birkaç sayfa sürmüştü. Ama kitapta o kadar uzun süre boyunca bunu okumayı bekledim ki en son bu sahnelere geldiğimizde 'SONUNDA' diye bağırmak istiyordum. Sonunda sadece Nikolai'nin düşüncelerini görüyoruz, sonunda onun kendisiyle olan kavgasını görüyoruz, sonunda yıllar boyunca içinde taşıdığı şüpheleri, gizlediği yaraları, korkularını, tereddütlerini görüyoruz. Sonunda Nikolai'yi ve ne olursa olsun, kendi iradesini başkasının insafına asla bırakmayacak olan tilkinin ortaya çıkışını okuyoruz. O kadar güzel ki o beş yüz sayfa boyunca beklediğim sahnelere kavuşmak, bunun gerçekleşmesiyle bir anda diğer karakterlerin bölümleriyle sinirlenip sıkıldığım anları bile unuttum. Daha detaylı olmasını istemiş, bunu
 beklemiştim ama bütün o beş yüz sayfadan sonra en sonunda gerçekleşmesi bile güzeldi. Biraz da olsa Nikolai'nin iç çatışmasını görmek keyfimi yerine getirmiş, diğer karakterlerin sıklığına olan sinirim bile azalmıştı.

Okumayı beklediğim bir diğer şey Zoya'yla olan aşkı, en azından o aşkın başlangıcı, birbirlerine besledikleri duygular ve o duyguları fark edişleri, bu farkındalığın onlarda yarattığı değişimdi ama Nikolai'nin düşüncelerini bile bu kadar az okumuşken aşklarını tabii ki bulamadım. Çok hafif bir şekilde Nikolai'nin Zoya'ya olan ilgisi hissediliyordu ama bir türlü aşk derecesine gelmedi. Leigh zaten ilk kitaplarda aşkı çok yavaş işlediği için ve biraz da kitaba dair bir şeyler öğrendiğim için öyle haldır haldır yoğun bir aşk göreceğimi düşünmüyordum ama başta da dediğim gibi, en azından başlangıcını, duygularını fark etmelerini okumayı istemiştim. 

Kısmet ikinci kitaba artık.


"Bana buna nasıl dayandığını anlatsana. Bu yapmacık samimiyete ve bitmeyen oyunlara nasıl tahammül ediyorsun?"
"Sen bunu her gün Küçük Saray'da yapıyorsun, Zoya. Tüm şiddetine rağmen, her zaman zeki ya da güçlü hissetmediğini biliyorum ama bunu hiç belli etmiyorsun."
Zoya saçlarını omzundan geriye attı. "Olabilir. Ama her zaman kendim gibiyim. Sen suya vuran ışık gibi değişiveriyorsun. O anlar, o etkileşimler seni besliyor gibi. Sırrın ne?"
"Sırrım..." Nikolai düşündü. Elini uzattı ve Zoya gümüş şişeyi onun avucuna koydu. "Sanırım, sırrım yalnız kalmaya tahammül edememem." İksirin tıpasını açtı. "Ama kimsenin bizimle gidemeyeceği yerler var."

Zoya'nın Grisha Üçler Erki'nin bir üyesi ve İkinci Ordu'nun bir generali olarak Nikolai'nin yanında bulunması, onu hem düşmanlardan hem de içindeki canavardan korumak için daima çabalaması çok güzeldi ama keşke bunları yaparken biraz olsun hoşlantı hissedebilmesi için 400-500 sayfa geçmesi gerekmeseydi. Nikolai'nin laf sokmalarına cevap vermesi, beraber geçirdikleri zamanın çoğunda birbirlerini alay yollu terslemeleri ama Nikolai'nin hayatı tehlikeye girdiğinde, Ravka'ya ve Nikolai'nin o tahtta oluşuna herhangi bir tehdit oluştuğunda bütün o gücüyle elinden geleni yapması çok güzeldi. İkisi de en çok birbirlerine güveniyordu, birbirlerini kolluyordu ve paylaştıkları anlar sayesinde birbirlerini en çok tanıyanlar da yine onlardı. Eğer aralarındaki güven, sadakat ve komutan-kral ilişkisinin yanında bir de biraz duygularını görseydik tadından yenmezdi. İkisi de güçlü karakterlerdi ve birbirlerine duygusal olarak da bağlandıklarında oluşacak gücü keşke daha bu kitaptan görseydik.

Zoya'nın karakter gelişimi genel olarak iyi işlenmişti çünkü Grisha serisinden bu yana herkese üstten bakan ve dalga geçen kız yerine, insanların başarılarını ve zekalarını takdir etmeyi bilen, gücüyle hava atmak yerine hem gücüyle hem de iradesi ve sert tavrıyla korkutucu bir duruş oluşturarak bütün herkesin saygısını kazanan bir kadına dönüşmüştü. Güce olan açlığı törpülenmişti ve Ravka'ya yakışır bir komutan olmuştu ama bazı konularda beni cidden sinir etmeyi de çok iyi başarmıştı. Ravka'nın içinde bulunduğu savaş sonrası perişanlığından kurtulabilmesi için Nikolai'ye sürekli 'şununla evlen, şu devletin prensesiyle evlen, şu tüccarın kızıyla evlen' diye baskı kuruyor, Nikolai reddettikçe işi daha da uzatıyordu. En sonunda olayı bütün devletlerden insanların geleceği bir 'eş bulma partisi'ne çevirmeyi bile başardı.

Sen şaka mısın?

Nikolai'ye aşık olmanı, bunu fark etmeni falan geçtim, hiç mi hoşlantıyla hareket etmezsin? Kitapta nadiren de olsa ondan hoşlandığına dair sahneler oluyordu, bu anların hiç mi kıymeti yok? Tamam, Ravka'yı düşünen bir komutanın davranması gerektiği gibi davranıyor, Nikolai'ye yardım etmeye çalışıyordu ama Nikolai istememesine rağmen sürekli konuyu açıyordu. Kitapta okumayı en sevdiğim bölümler Nikolai ve Zoya bölümleriydi ama sürekli evlilik diye tutturduğu sahneler beni cidden uyuz ediyordu. Neyse ki kısa süre sonra başlarına dolanan başka bir konu yüzünden bu muhabbeti unutmuş, çok daha büyük olaylarla uğraşmışlardı. Gücü üzerine çalışmaya ve bunu geliştirmeye, bu süreçte de komutan soğukluğundan çıkmaya ve daha duygusal davranmaya, arkadaş olduğu Juris sayesinde yıllarca üzerine giydiği hissizlik zırhını kırmaya başlamıştı. Özellikle son 100 sayfa boyunca Nikolai'ye olan davranışları bile o sadakat-güven-komutan-kral ilişkisinin yanında birazcık da olsa, ufacık da olsa duygusallaşmaya başlamıştı.


Zoya elini tutarak onu şaşırttı. "Geri dönün," dedi. "Bize geri döneceğine söz ver."
Nikolai büyük bir olasılıkla ölmek üzere olduğunu düşünüyordu, o yüzden de Zoya'nın muhteşem yüzünü avuçlarının arasına almaktan kendini alamadı. Teninin soğukluğunu hissetti.
"Elbette geri geleceğim," dedi. "Cenaze törenimdeki methiye konuşmasını benden başkasının yapmasını istemem."
Zoya hafifçe gülümsedi. "Methiye konuşmanı yazdın mı yoksa?"
"Çok iyi oldu. Yakışıklı sözcüğüyle eş anlamlı ne kadar çok sözcük olduğuna inanamazsın."
Zoya gözlerini yumdu. Başını yana çevirdi ve yanağını onun avcuna yasladı. "Nikolai..."

Zoya'nın arka planında anlatılan 'Kayıp Şehrin Zoya'sı' hikayesi ise ne yalan söyleyeyim, bana pek etkileyici gelmedi. Daha büyük bir geçmiş, o kadar güçlü bir grishanın hikayesinin daha detaylı ve karmaşık olmasını beklemiştim. Karanlıklar Efendisi aşkıma duyduğu ve geçmişiyle bağdaştırdığı nefretinin sebebi bana kalırsa daha sağlam bir sebep olmalıydı. Alina'nın geçmişinde işlenen Dva Stolba'nın Kızı hikayesi bile Zoya'nınkine göre çok daha az detaylıydı ama ona böyle seslenildiğinde bunu garipsemiyor, hatta bir parça da güzel buluyordum. Zoya'nın geçmişine dair çok daha fazla şey öğrenmiştik ama 'İşte Kayıp Şehrin Zoya'sı' diyecek bir durum göremedim açıkçası. Geçmişine dair o anların duygusunun bana geçtiği tek kısımlar, grisha olduğu fark edilip saraya getirildikten sonrasında, hep gördüğümüz Zoya iradesini okuduğumuz anlardı.

Zoya'ya kızdığım diğer nokta, sürekli Karanlıklar Efendisi hakkında atıp durması, ona hakaretler edip ondan nefretle bahsetmesiydi. Nikolai dışında bütün karakterler bunu yapıyordu ve o anları, söyledikleri cümleleri okumak beni o kadar sinirlendiriyor ki okumaya katlanamıyordum. İnsan bir kez dönüp kendi yaptıklarına bakar ya. Karanlıklar Efendisi yüzyıllarca Grishalar'ın iyiliği ve Ravka'nın ayakta kalması için savaşmışken ona hain diyorlardı ama daha karşılarına çıkan ilk fırsatta o adama sırtını dönen asıl hain onlardı. Zoya başta olmak üzere hepsi sürekli ne kadar kötü olduğundan bahsedip duruyor, yaptığı her şeye nefret kusuyorlardı. Neymiş efendim Karanlıklar Efendisi Zoya'ya umut verip onu kullanmışmış. Ya siz kimsiniz? Kimsiniz?! Adamın ilgisi Alina'ya kaydığı anda Alina'nın kemiklerini kıran, onu geldiği yerle aşağılayan Zoya mı Karanlıklar Efendisi'nin kötü olduğunu söylüyor? Kendisini ona fark ettirebilmek için çabalayıp duran ve Karanlıklar Efendisi onun gücünü görüp onu orduda önemli konumlara getirdiğinde, Karanlıklar Efendisi'nin yakın askerlerinden biri olmasıyla Küçük Saray'da öne çıkan Zoya mı Karanlıklar Efendisi'nin onu kullandığını söylüyor?

Hadi be oradan nankör!

                                        

"Azizler aşkına, onu özlemişti. Matthias'ın yokluğunun neden olduğu acı, kalbine bir oltanın ucu gibi saplanmıştı. Acı hissi hep oradaydı ama o gibi anlarda, biri sanki misinayı çekip duruyordu."

Yan karakterlere çok fazla girmeyeceğim çünkü Hava Uyanıyor maratonu yapıyoruz ve acilen kitaba geçmem lazım ama söylemeden geçemeyeceğim birkaç şeyi daha söylemem gerek.

Nina, Kargalar Meclisi serisinde benim çok sevdiğim bir karakterdi ve Matthias'ı kaybetmesine de çok üzülmüştüm. O efsane Drüskelle ve Grisha aşkı parçalanmış, Matthias ölürken Nina'nın da içi ölmüştü. Ama anlaşılan o ki sadece bana öyle gelmiş. Kitabın başlarında Matthias'ın cesedini korunur biçimde tutup yanında oradan oraya taşırken onun yokluğunun acısını yaşayan bir kadındı ve Matthias'ın sesini duyarak onunla konuştuğu sahneler bile üzücü, Matthias'ın ölü olduğunu bilerek cümlelerini okumak çok kalp kırıcıydı, bu kısımlarda Nina'ya bu konuda hala üzülüyordum. Ama Matthias'ı gömdükten sadece dakikalar sonrasında karşısına çıkan ilk kızdan hoşlandığını görünce bütün üzüntüm bitmişti. Matthias'ı dakikasında unutmuş, birkaç yer dışında adı aklından bile geçmez olmuş, acısını unutmuş ve Matthias'a hiç aşık olmamış gibi Hanne ile olan bütün sahnelerinde onun ne kadar güzel olduğunu düşünüp duran bir karaktere dönüşmüştü. Bu değişim beni o kadar sinirlendirdi ki, aşkı yüzünden ölen Matthias'ı iki dakikada unutup başkasına vurulmasını okumaya katlanamıyor, onun bölümlerine gelmek bile istemiyordum.

Ulan bu adam ölmek üzereyken, yardım aramak yerine son saniyelerini seni son kez görebilmek ve öpebilmek için sana koşarken harcadı, seni öptü ve öldükten sonra bile gördüğü imge senin huzur bulmuş, güvende olduğun halindi. Senin için bütün doğrularına, ailesi bildiği Drüskelle birliğine, vatanına, kendisine ihanet etti be. Bu aşk yüzünden öldü bu adam öldü! Senin ona verdiğin karşılık bu mu?

Ayrıca beni tek sinirlendiren davranışı bu bile değildi. Ravka'ya dönüp Nikolai emrinde ikinci orduyla görevlere çıkmaya başlamıştı ama 'artık kimseden emir alamıyorum' tavırlarına girerek sürekli bildiğini okumaya, görevi de, ülkesinin sırlarını da, kendi hayatını da, arkadaşlarının hayatını da tehlikeye atmaya başlamıştı. Bildiğini okuyor, zaten tehlikeli olan durumu daha da tehlikeli bir hale getiriyor ve herkesin canını tehlikeye atıyor, böyle emir alamaz hale gelmesini de Ketterdam'a, Kaz ve arkadaşlarına bağlıyordu. Ama anlamadığı tek bir şey vardı: eğer Kaz Brekker değilseniz ekip arkadaşlarınızdan bile detaylarını gizlediğiniz planlar yapamaz, onları tehlikeye atamazsınız çünkü bunu becerebilecek tek kişi Kaz Brekker'dır. Nina'nın hayatta kalmasının bütün sebebi de, ekip arkadaşlarının onun aksine 'başkasının hayatını tehlikeye atmak yerine onu kurtarmak' üzerine olan eğilimleriydi.

"...Bunları sen hatırlamıyorsun. O anlarda iblistin. Ama ben hepsini çok iyi hatırlıyorum."
"Ben de yeterince hatırlıyorum," dedi Nikolai. Sesinde Zoya'nın o güne kadar duymadığı bir acı vardı. Ellerini Zoya'nın omuzlarına koydu ve sıkıca bastırdı. "Hatırlıyorum Zoya ve sana söz veriyorum ki kimsenin unutmasına da izin vermeyeceğim. Ama senin bana geri dönmene ihtiyacım var. Generalimi hemen şu anda yanımda istiyorum ben."

Isaak ise ilk okuduğumuzda 'artık yeter ya zaten Nikolai'ye sıra gelmiyor bir de sen mi çıktın başıma' dediğim, genel olarak sahnelerinde bir şeyler hissetmediğim, nötr olduğum ama son bölümünde içinde bulunduğu hale üzüldüğüm bir karakterdi. Bana kalırsa yaşadığı şeyi hiç hak etmiyordu çünkü yaptığı tek şey duygularıyla hareket etmekti.

Azizler konusu ise başta çok heyecan vericiydi ama sonradan sahneler ilerledikçe konunun dönüştüğü hal hiç hoş değildi. Elizaveta'nın davranışlarını ve Karanlıklar Efendisi konusunda kendisini böyle önemli bir konumda görmesi bana göre çok saçmaydı. Kendini kurtarıcı olarak belirlemesini ve Nikolai'ye karşı tutumunu okumayı hiç sevmemiştim. Sen kimsin de kendini Karanlıklar Efendisi için önemli görüyorsun? Alt tarafı elinden kolundan dal fışkırıyor, kafanda arılar dolaşıyor, sen kimsin de bu hikayeden rol çalmaya çalışıyorsun?

Kafasında her hayvan dolaşan kurtarıcı olsaydı Medusa yunan mitolojisinin kraliçesi olurdu, varoş!

"Şimdi, bana bu durumdan kurtulacağımı söyle. Her şeyin yoluna gireceğini söyle."
Sesi neşeli ve alaycıydı ama Zoya onu çok iyi tanıyordu. "Her şey yoluna girecek," dedi elinden geldiğince inandırıcı olmaya çalışarak. "Bu sorunu tıpkı diğer sorunları çözdüğümüz gibi çözeceğiz." Başını kaldırıp ona baktı. Kral'ın gözleri kapalıydı; endişeliymiş gibi kaşlarını çatmıştı. "Bana inanıyor musun?"
"Evet."
Zoya geri çekildi ve giysilerini düzeltti. Yalanlar kaçınılmazdı, hatta belki de karı koca arasında gerekliydi. Ama bir general ve Kral'ı bunu göze alamazdı.
"Gördün mü?" dedi. "Sen de bu oyunda başarılısın."

Hiç şüphesiz ki kitabın sonu, okumayı en sevdiğim, kafamda mor ve ötesi'nden 'daha mutlu olamam'ın çalıp durduğu, tek bir paragrafla, sadece birkaç cümleyle sahne kalitesinin arşı deldiği kısımdı. Tek kelimeyle mükemmeldi, mü-kem-mel! Keşke birkaç ay önce bunun spoilerını yememiş olsaydım ve çok daha fazla şok olup delirseydim bu olay için ama sakın mutluluktan delirmediğim düşünülmesin. Sadece biliyor olmak olayın şok kısmını aldı o kadar, mutluluk ve coşkuyu yine dibine kadar yaşadım. Spoiler diye söyleyemem ama o kadar güzel ki arkadaşlar bakın o kadar güzel ki! Spoilerlı yorum videosunu çekersem doya doya söyleyeceğimden hiç şüpheniz olmasın.

Kitabın bana genelde hissettirdiklerine ve şikayetçi olduğum bu kadar çok şeye bakıldığında normalde bu kitaba 3 vermem gerekirdi ama hem bir Leigh Bardugo kitabına öyle bir puan vermeye asla elim gitmez, vicdanım el vermez hem de başlarda çok nadiren verdiği ve son 100 sayfada açığa çıkardığı asıl Nikolai ile hem de o mükemmel son ile beraber düşününce kafamda zaten otomatik olarak puan yükseliyor arkadaşlar, 4'ün altına düşebilmem mümkün değil. Son 100 sayfanın güzelliği ilk 400 sayfada canımı sıkan hiçbir şeyi bırakmadı geride, silip attı. Üstelik öyle bir bitti ve burada eksik bıraktığı şeyleri öyle güzel ikinci kitaba aktardığının sinyalini verdi ki, hala yazım aşamasında olan ikinci kitabı okumak için deliriyorum. Kendisini sevdirmenin yanında bir de sıradaki kitap için gazladı beni. Yazılmasını istediğim sahnelerin çoğu yoktu belki, beni sinir eden çok fazla sahne vardı belki ama başlarda dediğimi hatırlayın, Leigh hikayeyi o kadar iyi yazıp anlatıyor ki ne yazsa okurum. Olaya canım sıkılıyorsa olayın geçtiği dünyaya keyiflenerek okurum, bir karaktere canım sıkılıyorsa diğer karakterlere keyiflenerek okurum. Biz bu lafı derken boşa demedik, biliyoruz kendimizi herhalde.

Düşündüğümden de çok uzun bir yorum oldu o yüzden bir şarkı sözüyle bitirip kaçıyorum hemen:

Dahaaaa mutluuuu olaaaaamaaaaaam
Dahaaaa mutluuuu olaamaaaaaaaaam.




Yorumlar

Popüler Yayınlar