ALCATRAZ KRİSTALYA ŞÖVALYELERİ (ALCATRAZ KÖTÜ KÜTÜPHANECİLERE KARŞI #3) / BRANDON SANDERSON || KİTAP YORUMU
Orijinal İsim: Alcatraz Versus The Knights of Cyrstallia
Seri Sıralaması: #3
Yazar: Brandon Sanderson
Çeviri: Özge Özköprülü
Sayfa Sayısı: 220
İncelemek İçin: Goodreads
Puanım: 4/5
TANITIM
Alcatraz yine iş başında!
Alcatraz Smedry en sonunda Özgür Krallıklar’a ulaşmayı başardı. Ne yazık ki bunu başaran sadece Alcatraz değil ve annesi de dahil olmak üzere diğer Kötü Kütüphaneciler de Özgür Krallıklar’a ulaşmış durumdalar.
Alcatraz Smedry en sonunda Özgür Krallıklar’a ulaşmayı başardı. Ne yazık ki bunu başaran sadece Alcatraz değil ve annesi de dahil olmak üzere diğer Kötü Kütüphaneciler de Özgür Krallıklar’a ulaşmış durumdalar.
Şimdi Alcatraz’ın Kristalya Şövalyeleri arasındaki haini ortaya çıkarması, bir yabancı hâline gelmiş babası ile arasını düzeltmesi ve Özgür Krallıklar’ın elinde kalan son kalelerden birini Kötü Kütüphanecilerin elinden kurtarması lazım.
YORUM
"Bir zamanlar Alcatraz diye bir çocuk varmış. Birtakım ilginç şeyler yapmış. Derken bir gün, kendisine güvenenlere ihanet etmiş, dünyayı felakete sürüklemiş ve kendisini seven birini öldürmüş.Son.
Bazı insanlar hayat hikayemi anlatmak neden birkaç cilde gerek duyduğumu soruyorlar. Ne de olsa hikayemin özü çok basit. Hatta size bir paragrafta anlattım işte.
Neden orada bırakmıyorum?
İki kelimeyle özetlemek gerekirse: Özetlemek iğrençtir."
Tamam, bu sefer söz yorumu biraz kısa tutacağım.
Yalan yok, ilk iki kitap boyunca sürekli Suskun Diyarlarda takılıyor olmamız ve Özgür Krallıklar'ı hiç göremeyişimiz biraz canımı sıkmaya başlamıştı. Smedry ailesinin kalanını, Kütüphanecilerin düzenli sıkıcılığına bulaşmamış insanları, onların yaşadığı yerleri, silimatik teknolojinin ve Smedry yeteneklerinin doğduğu toprakları görmek istiyordum çünkü Suskun Diyarlara kıyasla, hem daha eğlenceli hem de daha mistik olacağını düşünüyordum. Gözümde canlanan arnavut kaldırımlı sokakları, eğlenceli insanları ve taş binaları ile Özgür Krallıklar bana inanılmaz çekici bir yer gibi geliyordu. Dolayısıyla da bu kitapta oraya gidebildiğimiz ve bütün kitabı da orada geçirdiğimiz için çok mutluyum.
Beklentimi karşıladı mı? Tam olarak değil ama ona sonra geleceğim. Önce ilk iki kitapta tanıdığımız ve karakter gelişimlerini güncellemem gereken bizimkiler, sonra da helikopter yöntemiyle tokatlamam gereken bir Attica Smedry var.
Alcatraz ikinci kitabın başından itibaren aile kavramını daha da benimsemiş, etrafındakilere değer veren ve onlar için çabalayan bir insana dönüşmüştü ve bu gelişimini üçüncü kitap boyunca da devam ettirdi. Doğduğu topraklara geldiğinde tekrar bir görevin içerisine düşmüş, daha önce hiç görmediği Özgür Krallıklar'ın Kütüphanecilerden korunabilmesi, yanlış bir karar sonucu Kütüphanecilerin yalanlarla doldurduklarına inandığı dostluk anlaşmasının imzalanmaması için hem Bastille, Şarkı, yeni tanıdığı kuzeni Folsom ve Özgür Krallıklara sığınan, ajan olmadığını iddia eden bir Kütüphaneci hem de Büyükbaba Smedry ile planlar yapmış, krallar konseyini ikna etmek için çabalayıp durmuşlardı. Üstelik bunların yanında, Bastille'in geri alınan şövalyeliğinin duruşmasına katılmış, ona yapılan muamelenin haksızlığını kanıtlamak için de çabalayıp durmuştu. Büyükbaba Smedry ile olan sohbetlerini, kuzenleriyle iş birliği yaparak Smedry yeteneklerini konuşturmalarını ve bu durumu çok kolay bir şekilde kendi lehlerine kullanabilmelerini zaten seviyordum ancak bu kitapta en sevdiğim ilişki, Bastille ve Alcatraz arasında olan ve değişmeye başlayan ilişkiydi.
Hala birbirlerini dostları olarak görüyor ve sonsuz güveniyorlardı ancak Alcatraz'ın duyguları daha kendisi bile farkında olamadan değişmeye başlamıştı. Bastille'in şövalyeliğini hem o kız bunu hak ettiği hem de sorunun büyük bir kısmında payı olduğu için istiyor ve dostunu kurtarabilmek adına çabalıyordu ancak ikinci kitaptaki sarılma sahnelerinden sonra içinde değişen bir şeyler, onun bu konuya üzüldüğünü görmenin kendisinde çok büyük bir sinir yaratmasına sebep oluyordu. Bastille'in kendi meselesiyle ilgilenmesi ve Alcatraz'ın da kendisine yoğun ilgi gösteren Nalhalla halkı arasındaki şöhretiyle sarhoş olması ikisinin ayrı düşmelerine ve bir süre görüşememelerine sebep olmuş, durum böyle olunca da Alcatraz sürekli kendini Bastille'i düşünürken bulmuştu. En ufak bir konuda, kuzenleriyle yaptığı bir muhabbette bile 'Bastille olsa şöyle söylerdi, benimle şöyle dalga geçerdi, şunu şunu yapardı' diye düşünüp durmuş, yanında olmamasından dolayı canı sıkılmıştı. Tekrar bir araya geldiklerinde de hakkında çıkan karar ve bunun sonucunda gördüğü işlem yüzünden Bastille'in zayıf düşmesi onu rahatsız etmiş, girdikleri bir kavgada bile bir gözle onu izler olmuştu. Bastille'in başında bir sürü dert olduğundan ve zaten sert karakteriyle çoğu duygusunu belli etmediğinden dolayı ondaki hoşlanma belirtilerini çok nadiren görüyorduk-belki hiç yoktur bile ve ben uyduruyorumdur- ama zaten kitabın ana öyküsüne katılabilecek bir aşk hikayesini okumayı beklemiyordum, bu yüzden ufak ufak da olsa Alcatraz'ın Bastille'den hoşlanmasını görmek çok keyifliydi.
Alcatraz'ın karakter gelişiminde canımın birazcık da olsa sıkıldığı tek nokta, kitabın başlarında Nalhalla'da kısa süreliğine de olsa içine düştüğü şöhret sarhoşluğuydu çünkü yıllar boyunca hiç ilgi görmedikten sonra bir anda herkesin onunla ilgilenmesine, hakkında kitaplar yazacak kadar kahraman ilan edişlerine ve yeteneğine merak duymalarına dayanamamış, kendisini hiç tanımadığı insanlarla vakit geçirirken bulmuştu. Açıkçası bu sahneleri hoşuma gitmemiş ve 'gerçekten bunu bütün kitap boyunca devam ettirecek misin Alcatraz?' diye kendi kendime sormama sebep olmuştu. Ancak genelde deli gibi davranan ama gözlerindeki bilgeliğin bazen çok net görülebildiği Büyükbaba Smedry Alcatraz'ın durumu anlamasını sağlamış, onu şöhret konusunda uyarmıştı ve Alcatraz da bir süre sonra kendine gelmiş, aklını görevine vermişti.

"...Hayranlığınız böyle şeylere yol açıyor. İsimlerimizi kullanarak kendinize kahramanlar yaratıyorsunuz ama hayalinizdeki kahramanlar öyle üstün ve yüce oluyor ki gerçeklerin hayallerinizle boy ölçüşmesi mümkün değil. Bizi mahvediyorsunuz. Bizi tüketiyorsunuz.
İşiniz bittiğinde geriye kalan da ben oluyorum işte."
Folsom ve Himalaya bu kitapta tanıdığımız karakterlerdi ve yine, ilk iki kitapta tanıştığımız yan karakterler gibi benim için arka planda kalmışlardı. Evet, can alıcı noktalarda etkin rol almış olabilirlerdi ama nedendir bilmiyorum, belki de onlara hiç odaklanamadığımdan ve serinin en başından beri bizimle beraber olmadıklarından dolayı hikayede benim için çok pasif kalıyorlardı. Yeri geldiğinde çok faydaları dokunuyordu, Folsom'un müzik duyduğunda başlayan savaşma yeteneği ve Himalaya'nın okurken kendi üzerinde oluşturduğu 'iyi mi yoksa ajan mı?' sorusu ikisinin de hikaye sürecinde unutulup gitmesini engelliyordu ancak hiçbirisi ilk maceraya atıldığımızda orada olan Şarkı Smedry'nin yerini alamazdı. Onun bir takılması bile diğer karakterlerin yaptıklarının çoğundan daha hoş geliyordu çünkü Alcatraz'ın keşfettiği ilk kuzenlerden biri olduğundan, diğerleri de kuzeni olsa dahi daha büyük bir aile hissiyatı veriyordu.
Attica Smedry'nin hayatta olduğunu geçen kitabın sonunda öğrendiğimiz üzere hepimiz biliyoruz. Onun o kitabın sonunda, yıllar önce terk ettiği ve şimdi büyüyüp becerikli bir Optikçi olmuş olan, onun ruhunu Küratörlerin elinden kurtarmış oğluna bir yabancıymış gibi davrandığını da biliyoruz. Bunların hiçbirisi spoiler değil ve bu davranışlar zaten önceki kitabın son birkaç sayfasından bildiğimiz detaylardı. Bu yüzden bu kitaba başlarken Attica'nın böyle devam etmeyeceğini, o kısacık sahnedeki davranışının büyük ihtimalle yıllardır görmediği oğlunu bir anda karşısında bulmaktan kaynaklandığını ve kısa bir süre sonra aralarındaki ilişkinin hemen ısınacağını düşünmüştüm. Hatta böyle olmasını istemiştim. Kendisini bulabilmek ve kurtarmak için onca çaba harcanmış, o kadar riske girilmişken Attica Smedry'nin buna değecek bir baba figürü çizmesini ve Alcatraz'ın özlemini çektiği babayı ona verebilmesini diliyordum ancak kısa süre sonra, Attica'nın bu dileklerime tamamen zıt bir karakter olduğunu gördüm.
Etrafındaki hiçkimseyi umursamayarak sadece yaptığı işe önem veren, yıllardır görmediği oğluna sanki onunla ilgilenmek zorunda olduğunu hissediyormuş ve bunu yapmak peşinde sürükleyeceği bir gülleyi ayağına kelepçelemek gibi bir eziyetmişçesine ondan uzak duran, mecbur kalması dışında onunla sohbet etmeyen, insanların kendisine ilgi göstermesinden ve bunun getirdiği şöhretten memnun kalan, kalan bütün vaktini de çalışma odasına kapanarak geçiren bir adamdı. Alcatraz'ın kendisiyle konuşma ve birbirlerini tanıma çabalarını yanıtsız bırakıyor, ona kendisini bir fazlalıkmış gibi hissettiriyor, onun sahip olduğu şöhret ve ilginin hakkını bile yeteneklerine vermiyor ve bu konuda kendi gibi değerli bir bilimadamının oğlu olmasına bağlıyordu.
Evet, sizin de yumruklayasınız geldi değil mi? Helikopter yöntemiyle tokatlama da olur.(Helikopter yöntemini soran varsa.. duymamış olayım, iki dakika bir google'layın efenim)
Attica'nın böyle bir baba çıkması kitap boyunca tadımı en çok kaçıran detaydı ve açıkçası böyle bir baba olacağına, keşke ruhunu kurtarak hiç hayata döndüremeseydik. Bir Küratör olabileceği ihtimali olduğunda onun ve Alcatraz'la geçirebilecekleri eğlenceli vakitler için üzülmüş, sonra da kurtulabildiğini görünce sevinmiştim. Ama çok değil, yaklaşık 5-10 dakika sonra bunu mahvetmişti. Onun yerine Shasta Smedry'yi, yani Alcatraz'ın annesini bile okumayı tercih ederdim zira o zaten bildiğimiz şekilde kötü taraftaydı, bir Küütüphaneciydi ve Kütüphanecilerin bile anlayamadığı amaçları için her şeyi yapmaya hazırdı, bunların arasında oğluna hiç acımadan onu, onu öldürecek ya da işkence edecek bir gruba satmak bile vardı. Ama en azından, onun bunları yapmasını zaten bekliyorduk.
"Daha iyi bir insan mı olmak istiyorsunuz? Gidin fikrine katılmadığınız birini dinleyin. Onunla tartışmayın, sadece dinleyin. Pislik gibi davranmamaya zahmet ettiğinizde, insanların ne kadar ilginç şeyler söyleyebileceğine şaşarsınız."
Karakterlerin dışında kitabın olay örgüsü ise çoğu zaman heyecan sınırının tepelerine çıkmayan ama hiçbir zaman da sıkıcılık sınırlarında seyretmeyen, genellikle durgun ancak bazı noktalarda da adrenalinin yükseldiği, keyifli bir olaylar bütünüydü. Kristalya kurallarıyla Bastille'in dava sürecini okurken bir yandan da krallar konseyinin olumlu baktığı anlaşmayı bozacak kanıtlar arıyor, bu sırada hem Kristalya'nın hem de Nalhalla'nın nasıl bir yer olduğunu, insanların oralarda nasıl davrandığını, Smedry ailesinin bir ferdi olmanın bu yerlerde nasıl avantajlar sağladığını görüyor olmak kitabın asla sıkıcı olmamasını sağlamıştı. Silimatik teknolojiye, Özgür Krallıklar halklarının nasıl insanlar olduklarına ve nasıl yerlerde yaşadıklarına, camların bu halkın gözünde ne kadar öneme sahip olduğuna dair daha fazla bilgi edinmiştik. Birinci kitaptan beri bu konular hakkında sahneler okumayı istediğim için üçüncü kitabın bu konulara biraz da olsa açıklık getirmesi benim açımdan güzeldi. Sadece, keşke Smedry yeteneklerinin kökenine ve Nalhalla'nın nasıl bir krallık olduğuna dair daha fazla bilgi alsaydık. Özellikle Alcatraz'ın şehrin içerisinde gezerek gördüklerini bize anlatmasını okusaydık ve böylelikle gözümüzde canladırabileceğimiz daha fazla mekansal bilgiye sahip olsaydık çok daha güzel olurdu.
Ee, meslek hastalığı işte, n'aparsın.
Brandon Sanderson'ın anlatımının ne kadar keyifli olduğuna tekrar tekrar değinmeyeceğim çünkü zaten ilk iki kitabın yorumunda bunu tam kararında yaptığımı düşünüyorum. Ve geriye de daha fazla konuşacak konunun kalmadığını hissettiğimden -zaten çok konuştun dediğinizi duyar gibiyim- bir an önce yorumu burada bitirmek istiyorum. Ama son yarım saattir son paragrafı yazıp yazıp sildiğimden ve bir türlü içime sinen bir son cümle bulamadığımdan bitiremiyorum. O yüzden bitirmişim gibi sayalım.
Bakın, bitti bile.
Yorumlar
Yorum Gönder