SİS VE ÖFKE SARAYI (ACOTAR #2) / SARAH J. MAAS || KİTAP YORUMU






Orijinal İsim: A Court of Mist and Fury
Seri Sıralaması: #2
Yazar: Sarah J. Maas
Çeviri: Meriç Keleş
Sayfa Sayısı: 647
İncelemek İçin: Goodreads
Puanım: 5/5




TANITIM

Bana bakan yüzü tanıyordum. Yüzünden akan sahteliği, umutsuzluğu, çürümüşlüğü tanıyordum.

Hançeri kaldırırken elim titremedi. Kemikli omzunu sıkıca tutup karşımdaki iğrenç yüze baktım – kendi yüzüme. Ve üvez hançeri tam kalbime sapladım.

Feyre, Amarantha’dan kurtulup Bahar Sarayı’na dönebildi ama bunun bedeli yüksek oldu. Her ne kadar artık Ulu Peri güçlerine sahip olsa da hâlâ bir insanın kalbini taşıyor ve Tamlin’in halkını kurtarmak için yapmak zorunda kaldıklarını unutamıyor.

Gece Sarayı’nın Yüce Lordu Rhysand’la yaptığı anlaşmayı da unutmadı. Tüm bunların ortasında Feyre, iktidar çatışmaları ve tutku oyunlarının baş döndürücü hızında yapması gerekeni yapıyor.  

YORUM

"Kadehimi onunkine vurduktan sonra dönüp gözlerinin içine baktım. Kristal çınlaması uzaklarda çalkalanan denizin sesini bastırırken, "Yıldızlara bakıp dilek tutanlara," dedim.
Bakışları öyle deliciydi ki Tarquin'in karşısında yüzümün kızarmasına değmezmiş diye düşündüm.
Kadehini aldı ve benimkine vurdu. "Dinleyen yıldızlara... ve gerçekleşen hayallere."

Çok mutsuz, çok sinirli ve çok aşık hissediyorum bu kitap yüzünden. Sonum hayrolsun.

Yoruma geçmeden önce baştan söyleyeyim, içimi uzuuuun uzuuun dökmek istediğim, bütün nefretimi kusup sinirimi boşaltmak ve aynı zamanda aşkımı deli gibi anlatmak istediğim için spoilerlı bir yorum olacak. Yani eğer kitabı okumadıysanız bu paragraftan aşağısını okumamanızı öneririm çünkü spoiler vermeden anlatıp kitabı önereceğim bir yorum değil de kitabı okumuş olan bir arkadaşımla konuşup her şey hakkında her şeyi anlatıyormuşum gibi bir yorum olacak. 

Dikenler ve Güller Sarayı yorumunda da bahsetmişimdir, o kitabı ilk okuduğumda Tamlin'i çok sevmiş ve olayların Rhysand'e dönmesine, asıl karakterin o olmasına kızmıştım, hatta üzülmüştüm. İkinciye okuduğumda ise çok uzun bir süre Tamlin'i tekrar sevememiş, Rhysand'i ise daha ilk sahnelerinden çekici bulmuş ve daha sonra da sevmiştim. Bu kitabı okumadan önce ise 'ulan acaba Rhys'a aşık olacak mıyım olmayacak mıyım?' diye korkuyordum, yalan yok. Çünkü eğer cidden aşık olmazsam seriden keyif alamazdım, okuma hevesim çok kırılırdı. Kitabın belli bir kısmına kadar da dediğim bu 'aşık olma' aşamasına gelemedim çünkü ne kadar hoşlanırsam hoşlanayım beni gerçekten vuracak o duygu yoğunluğunu alamamıştım. Dolayısıyla böyle olunca da endişelerim varlığını sürdürmüştü. Ama ondan sonra öyle güzel gelişti ki her şey ve Rhysand öyle güzel silip attı ki o 'seveceğim ama aşık olmayacak mıyım?' endişesini.. Acayip düştüm adama arkadaşlar, yerden falan da kalkamam bak o kadar söylüyorum.

Öyle ki, kitabı okurken böyle bir adamın gerçekten olmayışına, en azından benim için var olmayışına üzüldüm ve birkaç damla yaş aktı gözümden, düşünün.

"Seni geri göndermek, Feyre, beni öldürüyordu. Aydan aya eriyip gittiğini görmek. Yatağını onunla paylaştığını bilmek. Sadece eşim olduğun için değil, çünkü ben..." Bakışlarını masaya indirdikten sonra tekrar yüzüme kaldırdı. "Biliyordum... Amarantha'yı öldürmek için o hançeri yerden alırken sana aşık olduğumu biliyordum."

Senin için, bunları söylediğin kişi olmak için, seni o cehennemden kurtarmak için Dağın Altı'na bile gelirdim Rhys.

Rhysand'i nasıl sevdiğimi, nasıl gözlerimi dolduracak kadar güzel bir adam olduğunu ve beni nasıl aşık ettiğini anlatmaya bu uzun yorumlarım bile yetmeyecek gibime geliyor. Cümleleri nasıl toparlayacağımı bile bilmiyorum. Kitap boyunca o kadar kibar, o kadar saygılı, o kadar cesur ve o kadar aşıktı ki... Feyre kendisinden nefret ederken bile onu kurtarmak için her zaman oradaydı. Günden güne eriyişini görmüş, onu tekrar hayata döndürmek için elinden gelenin de fazlasını yapmıştı. Sadece fiziksel sağlığını değil psikolojisini de düşünmüştü, onun kendisine duyduğu inancı ve güveni tazelemek, kim olduğunu, özgür olduğunu, kimsenin onu kullanamayacağını hatırlatmak ve bu konuda ipleri eline alacak kadar cesaret edebilmesini sağlamak için Feyre ile geçirdiği her dakikayı kullanmıştı. Onun kendisine kızacağını, duymazdan geleceğini, içten içe doğru olduğunu bilse de duymak istemediği için kendisinden nefret edeceğini biliyordu ama aşık olduğu kadını her şeyin tepesine koyduğu, kendisini asla önemsemediği için bu gerçeği de görmezden geliyordu. Feyre'nin ona duyduğu nefret ve Tamlin'e dönmek için inatlaşması çoğu zaman tepki vermediği ve alaycı görünüşünün altına gizleyebildiği şeylerdi ancak bazen kendini o kadar tutamıyordu ki bütün hisleri bariz şekilde ortaya dökülüyordu. Onu gelinlik içinde gördüğünde gözlerine yerleşen öfke, Tamlin'in odasından çıktığında bütün hislerinin gözlerine yansıması, Feyre ölmeyi hak ettiğini düşündüğü saniyede bu düşünceyi okuyarak onu uyarırken davranışlarındaki endişe, ne kadar korkarsa korksun eğer Feyre istiyorsa onu hiçbir şeyden uzak tutmayarak gösterdiği saygı... 

Bütün kitap boyunca Feyre'yi kurtarmıştı. Bunu sadece fiziksel tehlikeler söz konusu olduğunda yapmamıştı üstelik. Onu kurtarmıştı. Düştüğü çaresizlikten, yanlış hislerinden, ölümü dileyişinden, kabuslarından, kabusa dönüşen hayatından, her şeyden kurtarmıştı onu. Onun mutluluğu için kendi aşkını göz ardı ettiğinde onun tereddüdünü duymuş, yanına koşmuş ve kötü adam ilan edileceğini bile bile onu oradan çekip almıştı. Onun limitlerini zorlamış, Feyre'nin kendisi başaramayacağına inanırken bile Rhys onu cesaretlendirmiş, diğer herkesin yok saymayı tercih ettiği ve Feyre'ye de böyle bir şeyin ihtimalinin bile kötü olduğunu söyledikleri güçleri konusunda dahi onu ilk cesaretlendiren, kendisini savunmayı öğrenmesi için onun aklına bu fikri ilk sokan o olmuştu. Aralarındaki bağı kullanarak onu sürekli kontrol etmiş, başkalarının ileride ona zarar verememesi için fiziksel becerisinin ya da güçlerini kullanmasının yanında zihinsel kuvvetini de arttırmayı öğretmişti. Onu herkesten sakladığı, yüzlerce yıldır kimseye açıklamadığı ve gözü gibi baktığı şehre götürmüş, ona ailesini, evini göstermişti. Tamlin'in aksine ona hak ettiği saygıyı duymuştu. Ne olursa olsun, aralarında nasıl bir bağ olursa olsun, onun eşi olsa dahi, yapılacak şey ölümüne tehlikeli ve ödünü kopartıyor olsa dahi, yapacakları şeyden nefret etse ve Feyre'nin bunu yapmasını asla istemese dahi, işin sonunda nihai kararın hep ona ait olduğunu bilmiş, her zaman da buna göre davranmıştı. Onun kendi hayatını yönetmesini, kendi kararlarını almasını hep desteklemişti. İşin sonunda kendisini bırakıp gitse dahi kararına saygı duymuştu. Onu bir eve kapatıp hapsetmemişti. O, onu hapisten çıkaran adamdı.

Rhysand Feyre'nin karşısında kalkanlarını indirmeye öyle karşı koyamıyordu ki onun en ufak cümlesiyle bile yaralanabiliyor, söylediği en ufak kelimeyi bile günlerce beyninden atamıyor ve ona atmak isteyip de atamadığı adımlar karşısında öyle bocalıyordu ki kendisine yöneltilen tehditleri bile fark edemediği anları oluyordu. Bu anlardan birine ölümüne yaralanmıştı ancak bu olduğunda bile tek düşündüğü şey kollarında tuttuğu Feyre'yi korumak, onu oradan uzaklaştırmak, düşmanlarının gözünden saklamak olmuştu. Kendisine yardım gelemeyeceğini ve öldürüleceğini biliyordu ama tek önemsediği şey kollarındaki kadındı. Feyre eşlik bağını öğrenip de onu yaralı bir şekilde bırakıp gittiğinde dahi peşinden gitmeye kalkışmış ama yaraları yüzünden yapamamıştı. Bir dakika bile ayrı kalamayan adamın, ayrı kaldıkları beş gün sonunda Feyre'yi bulduğunda bile kurduğu ilk cümle eğer istemiyorsa oradan derhal gideceğiydi. Bütün isteklerini, arzularını, hayallerini sadece Feyre için çöpe atardı. Yüzyıllar boyunca sakladığı korkularını, aldığı yaraları, kabuslarını o güçlü karakterinin ve alaycı gülümsemesinin arkasına gizlemiş ancak sadece sevdiği kadına açmıştı. Neler hissettiğini, neyi neden yaptığını ve bunun sonuçlarının onda nasıl yaralar açtığını sadece Feyre'ye açıklamış, onu sevmeye bile korkarken, onu sevmesinin imkansız olduğunu bile bilirken ona nasıl aşık olduğunu, bu aşk doğrultusunda neler yaparak aslında hayatını tehlikeye attığını anlatmıştı. Hislerini açık açık söylemekten veya aşık olduğu kadın için gözyaşı dökmekten çekinmemişti. Onun için önemli olan tek şey Feyre'nin mutluluğuydu. Ağlayarak her şeyi anlattıktan sonra bile ona hala aşkını reddetme, aralarındaki eşlik bağını reddetme, kendisini affetmeme seçeneğini sunmuştu.

Ağlayarak diyorum bakın. AĞLAYARAK.

O aşkını ağlayarak anlattı, ben de ağlayarak okudum onun bu güzel kalbini.

"Yüce Lord'u değil, Prythian tarihindeki en güçlü erkeği de değil...
Sadece... onu istiyordum. Hücreme müzik yollayan, kimse cesaret edemezken Amarantha'nın taht salonunda yerdeki bıçağı kapıp benim için savaşan ve o günden sonra ufalanıp yok olmamı engellemek için her gün benim için savaşmaya devam eden o adamı istiyordum."

İlk kitaba yaptığım yorumu okuduysanız, Feyre'nin özellikle Dağın Altı'ndaki sahneleriyle sempatimi kazanmış bir karakter olduğunu zaten biliyorsunuzdur. Onun o cesaretine, içine düştüğü durum ne kadar korkunç olursa olsun kararlılığını bozmayışına bayılmıştım ve her şey bittikten sonra nihayet Bahar Sarayı'na döndüklerinde de böyle davranmasını bekliyordum. Ancak karşımda bulduğum Feyre, ilk kitabın başlarındaki Feyre'den bile daha yorgun, daha yenilmiş, daha tereddütlü bir kadındı. Etrafında olup biten olaylara dahil olmak istiyor, o topraklar için yaptığı onca şeyden sonra kurtulan halka daha fazla yardım edebilmek için çabalıyor ancak bu konularda reddedilince ısrar etmeyi bırakıyordu. Peşinde kuyruk gibi dolaşan gözcülere, güvenliği tehlikeye düşmesin diye istediği hiçbir şeyi yapamayışına, malikanenin sınırları içerisinde bile istediği gibi dolaşamamasına, savaş ya da mücadale ile alakalı en ufak bir cümlesinde gelen 'etliye sütlüye karışma' tavrına sesini çıkarmıyor, Amarantha'dan beri zihninden silinmeyen ve her geçen gün onu içten içe yiyen rüyalardan bahsetmiyor, hakkını biraz olsun savunduğu anda çıkan gerginliklerde bile huzurlarını bozduğu için kendisini suçlu buluyordu. İçinde yaşadığı malikanenin bir hapishaneye, Tamlin ile aralarındaki aşkın kontrol manyaklığına, kurtardığı saray halkının gözlerinde kurtarıcıdan yüce lordun gelinine dönüştiğünü göremiyordu. Her şeyi halının altına süpürüyor, istemediği şeyleri yapmak zorunda bırakıldığında bile bunu kabul ediyor, sahip olduğu yeni güçlere rağmen güçsüzmüş gibi davranılmasına karşı çıkmıyor, Tamlin'in üzerinde kurduğu baskıya boyun eğiyor, sırf aralarındaki fiziksel çekim yerinde diye aldıkları duygusal yaraları yok sayıyordu.

Rhysand sayesinde yavaş yavaş gözleri açıldığında ise çoktan kapana kısılıp kalmıştı ancak farkında bile olmadan aralarındaki bağı kullanarak ona seslenmişti. Aylarca mutsuzluktan eriyip gittiği, sağlığının günden güne daha kötü etkilendiği malikaneden kurtulduğunda özgürlüğünü geri kazanmış, onu yok sayan ve altın bir kafese kapatmayı planlayan bir adamın yanında değil, ona kendini savunabilmesi için gümüş bir kılıç verecek bir adamın yanında olduğunu fark etmişti. Herkesin kötü bellediği Rhysand hiç kimsenin yapmadığını yapmış ve Feyre'ye kim olduğunu tekrar hatırlatmıştı. Rhysand'in yanında pratikler yapmış, çabalamış ve korunan bir eşya konumundan çıkmış, koruyucu bir savaşçıya dönüşmüştü. Rhysand sayesinde yalnızca bedenini değil psikolojisini de iyileştirmişti. Değer yargılarını geri kazanmış, kendine olan güvenini tazelemiş, hislerinin ne olduğunun ve o ana dek yaşadıklarının gerçekliğinin ayırdına varabilmişti. Gerçek özgürlük, aile, sevgi ve güven ile tanıştığında aslında uzun süredir aşk sandığı şeyin fiziksel çekimden ve korunma ihtiyacının getirdiği sığınma duygusundan başka bir şey olmadığını, Tamlin'in ona beslediklerinin de bir koruma içgüdüsü olduğunu fark etmişti. Onu Dağın Altı'na sürükleyip Amarantha'nın karşısına çıkaran ve laneti kaldırmasına yeten sevginin aslında aşk olmadığını görmüştü. Gerçek aşk hiç ummadığı birisinde, hemen yanı başındaki Gece Sarayı Yüce Lordu'ndaydı.

Feyre'ye dair en çok sevdiğim özelliklerden birisi kendini direkt Rhysand'in kollarına atmak yerine ilk önce kafasındaki sevgiden kurtulması, ondan geriye tek bir kırıntı ya da şüphe kalmayana dek Rhysand'le aralarında herhangi bir ilişki kurmamasıydı. Bu kitaba dair herhalde en tereddüt ettiğim konu Rhysand ve Feyre ilişkisinin nasıl kurulacağıydı çünkü bir ihanetle ya da herhangi başka bir olumsuzlukla sarılmasını istemiyor, oldu bittiye gelmesindense sağlam ve güçlü temeller üzerine kurulmasını istiyordum. Feyre de aynen bu isteğimi yerine getirmişti. Tamlin'e beslediği bütün hisler bitene kadar Rhysand'den uzak durmuş, istese dahi ona yaklaşmamış, hatta hisleri bittikten sonra bile bu konuda kendini suçlu hissederek ondan uzak durmuştu. Öyle ki bir yerden sonra artık sinirlerimi bile bozmaya başlamıştı çünkü duygu yoğunluğuyla dolu, aşktan parlayan bir Rhysand ve Feyre sahnesi okumayı dört gözle bekliyordum. Feyre en nihayetinde geçmişin omuzlarına bindirdiği bütün yüklerden kurtulup da kendisini aşkın kollarına bıraktığında ise her şey kat kat güzelleşmişti. Birbirlerine deli gibi aşık olan ama birbirlerine duydukları sonsuz saygıyı asla kaybetmeyen, kararlarına saygı duyan, birbirlerinden birkaç cm bile uzak duramazken eğer birbirleri ya da sevdikleri diğer insanlar söz konusuysa bir süreliğine de olsa ayrı düşmeyi kabullenen, zaten aslında hiç ayrı düşemeyeceklerini, aralarındaki bağın onları sonsuza dek bir arada tutacağını bilen, birbirlerinden güç alan, aşk dolu bir çift olmuşlardı. Sahnelerini okumak o kadar keyifliydi ki her bir anına bayılıyordum.


"Seni eve kapattı, çünkü biliyordu. Piç kurusu, senin ne büyük bir hazine olduğunu biliyordu. Topraktan, altından, mücevherlerden daha değerli olduğunu. Bunu biliyordu ve seni tümüyle kendine istedi."
Kelimeler, ruhumdaki bazı sivri uçları törpülese de, içime işledi. "Beni sevdi Rhysand -hala seviyor."
"Mesele seni sevip sevmemesi değil, ne kadar sevdiği. Aşk, aşırıya kaçarsa, zehire dönüşebilir."

Tamlin'in bu kitapta büründüğü kişiliği ve yaptıkları tamamen bu alıntıyı kanıtlar nitelikteydi. İlk kitapta Feyre'ye beslediği ve onu korumak için kendinden uzaklaştıran aşk gitmiş, yerine onu baskılayan, gücünü görmezden gelen, kendi kararlarını alamayacak ufak bir çocukmuş gibi davranan takıntılı bir adam gelmişti. Evet, Amarantha onu da çok kötü etkilemişti ve evet o da kabuslar görüyordu, Feyre'nin ölüp gitmesini aklından çıkaramıyor ve ona bir şey olmaması için her şeyi yapmaya hazırdı ama gün geçtikte bu 'her şey' kısmı artık aralarındaki ilişkiye de Feyre'ye de zarar vermeye başlamıştı. Üstelik bunun farkına bile varamıyordu. Feyre'nin yardımını istemiyor, onun yardım edemeyeceğini düşünüyor, eski gücüne kavuştuğu için sanki artık fiziksel ihtiyaçları dışında Feyre'ye ihtiyacı yokmuş gibi davranıyordu. Onu kırıyor, onunla kavga ediyor, onun karşısında gücünün kontrolünü yitirerek neredeyse ona zarar verecek noktaya geliyor, sevdiği kadın yerine savaştan kaçmış korkak bir rahibenin neler dediğini dinliyordu. Kendisine öyle odaklanmıştı ki Feyre'nin özgür iradesiyle onu bırakıp gidebileceğine, ona aşık olmadığına ve artık herhangi bir sevgisinin de kalmadığına inanmıyor, onun kararlarına saygı duymuyordu. Bu yaptıkları zaten sinirimi bozup huzurumu aşırı derecede kaçırıyordu ama bir yandan da Dağın Altı'ndaki sahnelere yapılan referanslarda da aslında elinden gelenin en iyisini yapmadığını görmek canımı çok sıkmıştı.

Evet, elinden gelen tek şey tepkisiz kalmak ve Feyre'nin onun için önemini Amarantha'ya çaktırmamaktı, gözünün önünde olup biten her şeye katlanmak zorundaydı falan demiştim ama gözüm bir şekilde Feyre ile beraber açıldığı için artık bir şeyler yapabileceğini ama bundan uzak durduğunu görebiliyorum. Sebebi kendini ya da Feyre'yi korumak olsun ya da olmasın, yapabileceği bir sürü şey vardı. Rhysand bütün hayatını, hayallerini, umutlarını ve geleceğini yok sayarak Feyre'ye yardım ederken ve bunu gizlemeyi başarırken Tamlin hiçbir şey yapmamış, bir şeyler yapabileceği ilk vakitte de Feyre'yi kurtarmayı değil onunla ölmeden son bir kez sevişmeyi amaçlamıştı. Ve büyük ihtimalle bunu ya Feyre'nin Rhysand'in damgası niteliğindeki dövmelerine olan nefretinden ya da aralarındaki fiziksel çekimden yapmıştı. Eğer o gece onu harekete geçiren şey aşk olsaydı Feyre'yi bir odaya sokmaz, bunun yerine onu o dağdan çıkarmanın bir yolunu bulurdu. Feyre Amarantha'nın elinde eziyet görüp dayak yerken, boynu kırılıp ölürken olduğu yere çöküp yalvarmaz, Ryhsand'in yaptığı gibi Amarantha'ya saldırmaya çalışırdı. Onu kurtaramıyorsa bile onunla ölmeyi seçerdi, onun yalnız ölmesine izin vermemeyi seçerdi. Aynı Rhysand'ın yaptığı gibi.

Ama her şeyi geçiyorum, beni en çok hiddetlendiren ve nefretle dolduran, sinirden paragrafları okumaya dayanamayışıma, ellerimi sıkıp yumruk yaparak ve küfrederek cümleleri okumama sebep olan asıl davranışları kitabın son kısmındaki hal ve hareketleriydi. Feyre'yi ne istediği önemli olmaksızın köşeye sıkıştırmak için düşmanla bile anlaşmış, onun gibi olmayacağım dediği babasına dönüşmekten hiç çekinmemiş, karşısındaki savaşçı kadını görüp artık kafeste tutabileceği bir kuş olmadığını, onun gerçek aşkı bulduğunu gördüğünde bile her şeyi inkar etmişti. Feyre'ye duyduğu baskıcı takıntı bir saplantı halini almış, onun gerçek aşkı olmadığını anlamasına rağmen dünyalarının en büyük gücünü, eşlik bağının Rhysand ile Feyre'yi sonsuza dek bir kılmasının gücünü reddetmişti. Yaptığı hırs ve takıntılı plan ise hata yapmasına, düşmana güvenmesine sebep olmuş, bu da korkunç bir savaşın gelişini hızlandırmıştı. Bütün bunları topladığımda ise ilk kitapta sevdiğim karakter tamamen silinmiş, yerine içimi nefretle dolduran bir ikizi gelmişti.

Yazara en kızdığım nokta da, Tamlin'i böyle bir konuma sürüklemesiydi. Yani madem ilk kitabın ortalarında başlayan o aşık hallerini yok edecektin, madem onu berbat bir herife dönüştürecektin ve madem hikayenin ana karakteri yapmayacaktın, neden koca bir kitabı sadece onun ve Feyre'nin ilişkisine ayırdın? Neden elli yıl boyunca kırılamayan bir laneti kıracak kadar güçlü sevgi olduğuna inandırdın da sonra bu sevgiyi mahvettin? Bakın Tamlin baş karakter olsaydı demiyorum, sakın yanlış anlaşılmasın. Rhysand varken Tamlin'i asla istemem. Sadece keşke Tamlin'i böyle yazmasaydı diyorum. Keşke Feyre ile aralarına lanet kıracak kadar güçlü bir sevgi kurmasaydı diyorum. Keşke bu yanlış aşk dramasını hiç okumasaydık ve direkt Rhysand aşkıma odaklansaydık. Keşke sırf Tamlin yüzünden Ryhsand ve Feyre aşkına bu kadar geç kavuşmasaydık. Keşke yanlış sevgilerle vakit kaybedeceğimize direkt gerçek aşkı bulsaydık.

Gerçek hayat da böyledir deyip de tepemin tasını attırmayın lütfen.

Bütün bunlarla beraber, her ne kadar kızdığım, sinirlendiğim, üzüldüğüm, yer yer sıkıldığım ve sabırsızlandığım noktalar olsa da inanılmaz keyifli bir okuma süreciydi. Sürekli aktif olan kurgu hiç duraksamadan ilerliyordu ve karakterlerin kurduğu en ufak cümlelerin, attıkları en ufak bakışların bile ana kurguda çok kilit rolleri oluyordu. En ince ayrıntısına kadar düşünülmüş ve beni sürekli duygudan duyguya sürükleyen, sahip olduğu aşkın güzelliğiyle kalbimi kıran, Rhysand'in sadece bir karakter olması sebebiyle bile birkaç damla gözyaşımın akmasına sebep olan bir kitaptı ve gerçekten çok sevdim. İyi ki seriye devam etme kararımı daha fazla ertelememiş ve kendimi Rhysand'den mahrum bırakmamışım. Şimdi ise gidip üçüncü kitaba başlamadan önce yapacağım tek şey yıldızlara bakıp dilek tutmak olacak.

Umarım dışarıda bir yerlerde beni bulmayı bekleyen bir Rhysand vardır ve umarım ben o Rhysand'ın Feyre'siyimdir.


Yorumlar

Popüler Yayınlar