DİKENLER VE GÜLLER SARAYI (ACOTAR #1) / SARAH J. MAAS || KİTAP YORUMU






Orijinal İsim: A Court Of Thorns And Roses
Seri Sıralaması: #1
Yazar: Sarah J. Maas
Çeviri: Meriç Keleş
Sayfa Sayısı: 540
İncelemek İçin: Goodreads
Puanım: 4/5




TANITIM

Kış çok ağır geçiyor. Feyre ailesini beslemek zorunda…

Bir gün, avlanırken av olmamak için öldürdüğü kurdun intikamını almaya gelen bir canavar çalıyor kapısını. Ama Feyre'yi almaya gelen canavar bir hayvan değil, Tamlin...


Bir zamanlar dünyayı yöneten ölümcül, ölümsüz perilerden biri.

Feyre'nin, hayatı boyunca dehşet dolu hikâyelerini dinlediği perilerin diyarında yasamaya başlamasıyla dünyası altüst oluyor. Kendini bildi bileli hissettiği şiddetli düşmanlık bu güzel ama tehlikeli ülkede bambaşka bir boyut kazanıyor.

Feyre'nin çok önemli bir görevi var: Ülkenin üstüne gittikçe çöken eski, karanlık gölgenin onu yok etmesini önlemek.

YORUM

"Elimden gelen, yıllardır yaptığım tek şey buydu: Hayatta kalmak, bir hafta daha, bir gün daha, bir saat daha."

Yine yıllar sonra devam etmek istediğim için ilk kitabına reread yaptığım bir seriyle buradayım. Şaşırdık mı? Hayır.

Dikenler ve Güller Sarayı ilk okuduğumda çok sevdiğim ve hiç düşünmeden 5 yıldızı yapıştırdığım bir kitaptı. Hikayeyi beğenmiş, Tamlin'i çok sevmiş ve birkaç ufak pürüz bile olsa seride güzel bir Feyre&Tamlin aşkı okuyacağımı düşünerek serinin devamı hakkında da olumlu düşünmeye başlamıştım. Ama o zamanlarda serinin devam kitapları henüz çevrilmemişti ve ben de spoiler yememek adına alıntıları bile okumuyordum. Ama bir süre sonra instagramımın keşfet bölümü öyle bir hal almıştı ki sürekli bu postlara rastlıyordum ve ister istemez gözüm açıklamaya kayıyor, bir kaç saniyeliğine de olsa bakmadan geçemiyordum. Bu da en sonunda hiç istemediğim bir şeyi öğrenmeme sebep oldu. Hayal kırıklığımı tahmin bile edemezsiniz.

Öncelikle şunu belirteyim, belli ki bu yorum spoilerlı olacak. Goodreadste zaten butonu aktif edeceğim ancak kitabı okumamış olan instagram ve blogspot okuyucularımı yukarıdaki çarpı işaretine basmaya ve sayfayı kapamaya çağırıyorum. Gittiniz mi? Tamam.

Bu spoilerı yedikten sonra seriye devam etme hevesim kırılmış, sevdiğim karakterin harcanacağını bildiğim için yeni kitaplar çıktığında bile okumak istememiş, eninde sonunda okuyacağımı bilmeme rağmen (çünkü seriye başlamıştım bir kere) sürekli erteleyip durmuştum. En sonunda seriye tekrar dönmem 4 yılımı aldı. Başlamadan önce spoilerın en büyüklerinden birini yediğimi düşünüyordum ve başka postlara, yorumlara bakmadığım için daha fazlasını öğrenemem diyordum ama kitabın yarısında falan, karakterleri kafamda oluşturabilmek için serinin fanartlarını aradığım sırada bence seriye dair en büyük spoilerı yedim. O kadar büyük bir spoiler ki, eğer bu yorumu seriyi okumuş birisi okuyorsa ne dediğimi o anlayacaktır.

HANİ O BÜYÜK BİLGİ VAR YA? ANLADIN Dİ Mİ? O ŞEY İŞTE? HEH, ONU ÖĞRENDİM.

Hem de tamamını bile görmediğim bir fanart yüzünden.

Bütün bu spoiler detayını görmezden gelerek kitaba yaptığım ikinci okumayı değerlendirecek olursam, ilk okumadaki tadı asla alamadığımı ve sevdiğim karakteri o kadar da sevemediğimi, sürekli ileride olacak gelişmeleri düşünerek o an okuduklarımın boşa gideceği hissinden sıyrılamadığımı çok net söyleyebilirim. Çevremden o kadar çok 'bak şu karakteri seveceksin ilerde, bu böyle değil, ilerde şöyle bir şeye dönüşecek, vs. vs.' yorumlarını aldığım için başta bir türlü o karaktere eskisi gibi yaklaşamadım. İlk okumada gözardı ettiğim ve önemli olmadığını düşündüğüm karaktere biraz daha dikkat ettim ve bir yandan da asıl sevdiğim karakteri inceleyip durdum. İkisi arasında bir seçim yapmamı bekliyorsunuz bu noktada değil mi? Büyük ihtimalle herkesin sevdiği karakteri sevdiğimi ve diğerini boş verdiğimi okumayı umuyorsunuz burada. Sonuç ne oldu söyleyeyim mi?

İkisini de sevdim.

"Buraya ilk geldiğim günlerde gözüme girmek için nasıl beceriksizce çabaladığını ama onunla hiç konuşmadığımı ve gitmek için yanıp tutuştuğumu görünce beni kazanmaya çalışmaktan nasıl vazgeçtiğini hatırladım. Bütün bunlara rağmen bana aşık olmuş, benim de onu sevdiğimi bilmiş ve ve kurtulmasına sadece günler kala, özgür günlerini de çalarak gitmeme izin vermişti. Beni bütün sarayının üzerinde, bütün Prythian'ın üzerinde tutmuştu."

Tamlin'i başlarda ilk okumamdaki kadar sevememiş, aslında her şeyin bir amaç uğruna başladığını bildiğim için hareketlerine daha çok dikkat etmeye başlamıştım ve gerçekten de ilk sahnelerindeki zoraki gülümsemeleri, Lucien'in dürtüklemesiyle yaptığı iltifatları, Feyre'den tamamen uzak duruşu çok ortadaydı. Bu hareketlerde laneti kaldırma amacının kokusunu alıyordum ve bu davranışlar Tamlin'in üzerinde çiğ duruyordu, bir türlü ısınamıyordum. Ama neyse ki bütün bu tereddütlerime rağmen, Tamlin o kadar güzel aşık oldu ki Feyre'ye, inanmamak ve bu adama düşmemek elde değildi. Sahte olduğu belli olan o gereksiz kibar hallerini bırakmış, laneti kaldırmak için başka bir yol bulmanın gerektiğini düşünmeye başlamıştı. Olduğu kişiye dönüşmüş, az konuşan ve mesafeli davranan, günlerinin çoğunu arazisinin sınırlarından sızan ve ondan başka kimsenin haklayamayacağı yaratıkları avlamakla geçiren o Yüce Lord olmuştu. Kendisiyle zaman geçirmekten tamamen kaçan Feyre'ye sadece sarayındaki bir misafir gibi davranıyordu ancak başbaşa kaldıkları o kısacık anlarda bile gerçekten gülümsemeye başladığı, sözlerinin kalbinden geldiği ve davranışlarına amacın değil aşkın bulaştığı çok belli oluyordu.

Feyre'nin fiziksel sağlığının yanında psikolojisini, düşüncelerini, dertlerini ve isteklerini önemsiyor, onun hakkındaki en ufak bir detayı bile aklına kazıyordu. Onunla konuşuyor, onu dinliyordu ve Feyre'nin hayatında onun ne istediğine değer veren tek kişiydi. Ailesini düşünerek mutsuz olduğunda, iyi durumda olduklarını bilmesine rağmen suçluluk yaşadığında bunu bir bakışta anlıyordu. Ona arazisini gezdiriyor, beraber yıldızışığında yıkanıyor ve sesleri, renkleri, hisleri çok daha iyi anlayabilmesi için Feyre'nin her şeyi olduğu gibi görmesini, sınırlı insan duyularından sıyrılmasını sağlıyordu. Düşmanının ulakları kapısına dayandığında bile yaptığı ilk iş Feyre'yi güvenli bir şekilde saklamak olmuştu. Ona olan hislerini gösterirken, yavaş yavaş buzlarını kırıp Feyre'ye yaklaşırken kendini ona açmış, taşıdığı kederi, göstermediği zayıflıkları ve geleceğe dair endişelerini bile hiç çekinmeden onunla paylaşmıştı. Kendisi için felaket anlamına gelse bile onun hayatta kalması için Feyre'yi kendi elleriyle göndermiş, ama bunu yaparken de onu sevdiğini açıkça dile getirmiş, sadece onu korumak için kendisinden uzaklaştırdığını anlatmıştı. Feyre'yi kurtarmış ve 49 yıldır ertelediği düşmanın eline düşmüştü.

Bu sahnelerde Tamlin nasıl sınırlarından kurtulmuş ve sürekli gülen, mutlulukla kahkaha atan bir adama dönüşmüşse, Dağın Altı'ndaki sahnelerde ise o kadar zor durumda bırakılmış, tepkisiz bir adam olmaya zorlanmıştı. Herkes bu sahnelerde Feyre hayatını ortaya atarken Tamlin'in ona yardım etmediğini, hiçbir şey yapmayıp sadece oturduğunu söylüyor ama ben bu konuya asla katılmıyorum. Evet, tepkisizliği benim de sinirimi zıplatıyordu ama bir yandan da bunu yaparak Feyre'nin hayatını kurtarıyordu zaten. Ona yardım edemiyor, yanında olamıyordu ama Feyre'nin o görevlere çıkacak kadar yaşamasının, Amarantha'nın bir öfke nöbetiyle onu öldürmemesinin ya da işkence etmemesinin tek sebebi Tamlin'in ondan uzak duruşuydu. Sevdiği kızla göz göze bile gelemiyordu çünkü Amarantha yanı başında onu izliyordu. Ona yardım edemiyordu çünkü o şeytan kadın zaten Feyre'yi öldürmek için fırsat kolluyordu. Yani aslında elinden gelen tek şey hiçbir şey yapmayarak yardım etmekti. Ve bunun ne kadar ağır olduğunu lütfen kimse göz ardı etmesin. Her gece sevdiği kızın bilincinin kaybettirilmesini ve düşman olarak gördüğü adamın, Gece Sarayı Yüce Lordunun bütün gece kızın dibinden ayrılmamasını, onu kendi işaretiyle damgalamasını seyretmiş, bunlara kayıtsız kalmak zorunda kalmıştı. O yüzden kimse çıkıp da bu adam yardım etmedi demesin.


"Elimde olmadan ittim onu. "Neden... Bunları neden yapıyorsun?"
Yeniden yaklaştı ve bu kez öyle sokuldu ki yüzüne bakabilmek için kafamı yukarı kaldırmak zorunda kaldım. "Çünkü sendeki insanı neşe beni büyülüyor. Şu kısa ömründe her şeyi böyle yabani, yoğun ve anlık yaşaman... inanılmaz. Kendimi bunun çekiminden kurtaramıyorum, yapmamam gerektiğini bildiğim halde, yapmamak için kendimi zorladığım halde."

Feyre, kitap boyunca, yaşanan birkaç an dışında sürekli sinirimi bozabilen bir karakterdi. Ailesinin kendisine yaptığı haksızlıklara karşı çıkmıyor, daha birkaç cümle söyledikleri halde onları boğacak kadar onlardan tiksindiğim ablalarının kendisini bir köle gibi kullanmasına boyun eğiyor, hiçbirisine hak ettiği gibi davranmıyordu. Sessiz kaldığı ve kullanılmaya, aşağılanmaya boyun eğdiği bu sahneleri okumaya sinir oluyordum. Üstelik Tamlin'in peşinden Prythian'a gidip Bahar Sarayı'na yerleştiğinde bile onları düşünüp kendisini zevk aldığı yemekler, gezdiği çayırlar, giydiği elbiseler için suçlu hissediyor, sürekli gitgeller yaşıyordu. Bir gün her şeyi unutup rahatça Bahar Sarayı'nın çayırlarında geziyor, resimler yapıyor ve yemekler yiyorken bir gün bütün bunları yaparak ailesini geride bıraktığı için kendisine kızıyor, geri dönmenin bir yolunu arıyordu. En başta böyle davranması çok mantıklıydı, ona hiçbir şey demiyorum, tabii ki kurta dönüşebilen ve çok güçlü olan, düşman bildiği bir peri tarafından kendi topraklarından alınması karşısında böyle bir tepki verecekti. Ama artık aralarında bir şeyler düzelmeye, hatta Tamlin için bir şeyler hissetmeye bile başlamışken, onlara çok iyi bakıldığının sözünü bile almışken sürekli bu ruh haline girmesi bir süre sonra bende bıkkınlık yaratmıştı.

Peri ırkının tümüne olan düşmanlığını çok iyi anlıyordum ve böyle davranmasını mantıklı da buluyordum, elbette bir anda kendini adamın kollarına atmamalıydı. Ama Tamlin'in ona dostça yaklaştığını, onu önemsediğini, onu korumaya çalıştığını fark ettikten sonra bile hala onun ne kadar tehlikeli olduğunu söyleyip Tamlin'den çekinmesi, ondan gelecek en ufak yardımı bile istememesi, onunla başbaşa kalmaktan korkup bütün gezinti davetlerini geri çevirmesi ama hemen arkasından Lucien ile gezintilere çıkarak Tamlin'i kırması sinirimi bozuyordu. Tamlin ona yaklaşmaya çalıştıkça onu itiyor, yardımlarını reddediyor ama yine gitgelli ruh hali devreye giriyor ve bu sefer de Tamlin uzak durunca ondan etkilendiğini fark ettiği bir uyanış yaşıyordu. Sınırlarda ava gittiği geceler pencereden bahçeyi izleyip gelmesini bekliyor, yaralandığında bir perinin ne kadar çabuk iyileşebileceğini bilmesine rağmen pansuman için adama yaklaşıyor, lanetin zararları karşısında çektiği acıyı gördüğünde onu konuşturmak için sorular sorup duruyordu. Beraber geçirdikleri bu sahneleri okumak gerçekten keyifliydi ama bir şekilde Feyre'nin yine bir kafa karışıklığı yaşadığı sahne çok geçmeden geliyordu. Tamlin'e olan hislerini fark edene ve kabullenene kadar da bu böyle sürüp gitti.

Bu kadar sevmediğim şeye rağmen Feyre tamamen uyuz olduğum, okumayı sevmediğim bir karakter değildi. Özellikle Tamlin'in nasıl bir tehlikede olduğunu anladığında kararlı bir şekilde geri dönmesi, Alis'ten her şeyi öğrendiğinde karşısında nasıl güçlü bir düşmanın olduğunu bilmesine rağmen kararlılığını bozmadan Dağın Altı'na gitmesi ve Amarantha'nın karşısına çıkarak 'sevdiğim adamı almaya geldim' diyebilmesi çok cesurcaydı. Amarantha'nın geçilmesi imkansız olan görevlerinde başarılı olmak için çabalamasını, Tamlin'e olan aşkından hiç kuşku duymadan savaşmasını okumak çok keyifliydi. Yarısından fazlasında Tamlin ve Feyre arasındaki ilişkinin kuruluşu dışında dişe dokunur hiçbir olay olmayan kitabın bir anda canlanmasını ve aksiyon kazanmasını sağlamıştı. Kitabın bu kısmında beni sinir ettiği tek sahneler, her ne kadar çıkar amaçlı bir ilişki kurmuş olsalar da, görevler sırasında Rhysand'ın kendisine ettiği yardımları bile çok sonra fark etmesiydi. Rhysand aralarında kurduğu bağı kullanarak onu uyardığında ve hayatta kalmasını sağladığında dahi ancak iş işten geçtikten sonra onun nasıl yardım ettiğini anlıyordu. Onun Tamlin'i kızdırmak için kendisini kullanmasını düşündüğünde elbette o sahnelerde kızgın olması çok normaldi ama ölümüne ramak kala, sırf Rhysand yardım ettiği için kazandığı görev için bile teşekkür edemiyordu.

"Bana bakmaya devam ederken gözleri kocaman açıldı, bakışları yabanileşti, burun delikleri büyüdü. Dehşete düşmüştü, evet, yüzümde gördüğü bir şey yüzünden katıksız bir dehşete düşmüştü. Sonra geriye doğru sendeledi. Gerçekten, sendeledi.
"Ne oldu..." diye soracak oldum.
Tam o sırada gözden kayboldu - geride bir gölge bile bırakmadan temiz havaya karışarak ortadan yok oldu."

Rhysand hakkında bu kitabın yorumunda çok fazla konuşmayacağım çünkü öğrendiğim şeylerle asıl diğer kitapların yorumlarında ona yer ayıracağım. Ki zaten Dağın Altı sahneleri dışında kitabın genelinde sadece iki sahnesi olması da bu kitapta bahsedeceğim çok fazla bilgi vermiyor bana. Ama şunu çok net söyleyebilirim ki bu okuyuşumda, bana söylenen 'Rhysand sahnelerine dikkatini vererek oku' dileklerini yerine getirdim ve dediklerine, yaptıklarına ya da anlatılan mimiklerine kadar her şeye dikkat ettim. İlk okuyuşumda bana saf kötüymüş gibi gelen tavırları bu sefer ukala bir çekicilik olarak gelmiş, birkaç davranışıyla suratına bir tane patlatmak istesem dahi kalan sahnelerinde o çekicilik devam etmişti. Gizemli ve tehditkar havasını okumak, Feyre'ye yardım ederken bir süre sonra ondan etkilendiğini ve bunun davranışlarına yansıdığını görmek güzeldi. Üstelik yüzeysel yazılmış bir karakter de değildi, daha sonra açığa kavuşacak katmanlara sahip olduğu kendisini açtığı ufak anlarda görülüyordu. Hem ileriye dair bildiklerim hem de bu sahnelere artık tarafsız gözle baktığım ve ilk okumamın aksine onun farkına vardığım için, doğal olarak sevdiğim bir karakter oldu.

Serinin ilerisinde yazarın yazacağı sahnelerle, Tamlin'e mi yoksa Rhysand'a mı tamamen aşık olacağımı ise hep birlikte göreceğiz.

Edisyona gelirsek ise kitaplığımdaki en kalitesiz baskılardan biriydi. Dex sayfaları o kadar ince kullanmış ki 540 sayfa olmasına rağmen maksimum 300 sayfa kalınlığında bir kitap kadardı ve okuma esnasında sürekli bir sonraki sayfaya geçeyim derken yanlışlıkla 4-5 sayfa çevirmeme sebep oluyordu. Kağıtların aşırı inceliğinin neden olduğu bu sorun beni çok rahatsız etti.

Bütün bunların ardından, gelecek kitaplardan spoiler vermeden anlatacağım başka bir konu kalmadı gibime geliyor o yüzden yine ne yazacağımı düşünüp bir şey bulamazken başladığım ama destana dönen bu yorumu burada bitirmeye karar veriyorum. Bu kadar uzun yazmış olmama rağmen hala yazara kızacağım noktaları istediğim gibi tartışamadım belki ama zaten o sahneler gelecek kitaplarda olacağı için, onların yorumlarında bol bol kızgınlığımı yansıtacağımı düşünüyorum, hiç şüpheniz olmasın.

O ana dek, görüşmek üzere.




Yorumlar

Popüler Yayınlar