KANATLAR VE KÜLLER SARAYI (ACOTAR #3) / SARAH J. MAAS || KİTAP YORUMU
Orijinal İsim: A Court Of Wings And Ruin
Seri Sıralaması: #3
Yazar: Sarah J. Maas
Çeviri: Meriç Keleş
Sayfa Sayısı: 764
İncelemek İçin: Goodreads
Puanım: 5/5
TANITIM
Feyre Bahar Sarayı'na döndü. Tamlin'in yapacakları ve Prythian'a diz çöktürmeye uğraşan kral hakkında bilgi toplamaya kararlı. Ama bunu yapabilmek için ölümcül bir oyun oynaması gerekiyor.
Yaklaşan savaş hepsini tehdit ederken, Feyre tehlikeli Yüce Lordlardan hangisine güvenmesi gerektiği konusunda bir karar vermek, müttefikini en olmayacak yerlerde aramak zorunda.
YORUM
"Sesinin böyle çıktığını hiç duymamıştım. Bu kadar kısık.Ve tam da bu yüzden, "Seni seviyorum," dedim.
Başını kaldırdığında gözleri çalkalanıyordu. "Bu cümleyi duymanın hayalini kurduğum zamanlar oldu," diye mırıldandı. "Senin ağzından hiç duymayacağımı düşündüğüm zamanlar." Çadır bezini, arkasındaki şehri işaret etti. "İlk kez buraya yaptığımız seyahatte kendime... umut etme izni vermiştim."
Dinleyen yıldızlara... ve gerçekleşen hayallere."
Beni bu kadar üzmeye, okurken dayanamayıp paragrafa ara verecek kadar kalbimi kırmaya ne hakkınız var? Soruyorum sadece.
Serinin ikinci kitabı Sis ve Öfke Sarayı'nın sonunda olanlara o kadar kızmış, içine düştükleri duruma o kadar sinirlenmiştim ki bu kitabın ilk kısımlarında da o olayın etkilerinin devam edecek olmasına, Rhysand ve Feyre'nin ayrı düşmek zorunda kalacaklarına, Rhysand'ı göremeyeceğim bölümler okuyacağıma hiç memnun olmamıştım. Bahar Sarayı'nda harcanacak vakitleri, Tamlin'in zehirli aşkını okumayı hiç istemiyordum ve bu yüzden de kitabın ilk kısımlarının benim için sancılı bir süreç olacağını düşünüyordum.
Yanılmamışım.
Her şeyin başladığı topraklara dönmek, o sarayın bir zamanlar iyi hislere sahiplik ederken artık tamamen zıt hisler uyandırdığını görmek hiç hoş değildi. Düşmanların elini kolunu sallayarak girdiği, güvensizlikle dolup taşan bir saraya dönüşmüştü ve Feyre'nin oyunu sayesinde yıkılmaktan kaçamayacaktı. Bu sayfaları okurken ister istemez huzursuzlukla dolmuş, bir an önce Velaris'e, Rhys'a kavuşmak istemiştim çünkü o küçük kasaba evinin sıcağını, bütün Bahar Sarayı'nın topraklarına tercih ederim. Bu ilk kısımları okumayı katlanılır kılabilen tek şey Feyre'nin planlarının tıkır tıkır işlemesi ve özellikle Ianthe ile Kral'ın kuzenlerinin icabına bakabilmesiydi. Hamlelerini gizlice işlemiş, onlar farkına varmadan büyük kaçışı için adım adım ilerlemiş, herkesin güçlerini sarsacak şekilde insanların kalbine şüphe tohumlarını ustalıkla yerleştirmişti. Neyi ne zaman yapması gerektiğini çok iyi biliyordu. Bahar Sarayı'nın temellerini derinden sarsarken o taht salonunda ailesine verilen zararın, onların kendisinden koparılmasının intikamını alıyordu.
Bu intikam sırasında genel olarak Feyre'yi desteklemiş ve çoğu yerde yaptığı hamleleri severek okumuştum. Ama ne yalan söyleyeyim, bazı davranışları için de keşke olmasaydı diye düşünmüştüm. Tamlin'in içine şüphe tohumlarını ekmek için Lucien'i kullanması beni çok rahatsız etmişti mesela. Evet, Tamlin'e hala çok sinir oluyordum ve Lucien'e de çok kızgındım ama Lucien ile Tamlin arasındaki bağın gerçek olmayan bir sebeple bozulmasına da rahatsız olmuştum. Her ne kadar Tamlin, gücünü geri aldıktan sonra dostuna karşı bile hükmeder şekilde davransa da, ona olan sıcak ve saygılı tavrı kaybolsa da, Lucien hep Tamlin'in yanında yer almıştı ve birbirlerini dost bilmişlerdi. Bu yüzden keşke bu dostluğu bitiren şey bir yalan değil, ortada olan ve kullanılmaya çok müsait olan diğer sebepler olsaydı. Bunun dışında intikam alışıyla ve bunu yaparkenki kararlılığıyla hiçbir sorunum yoktu.
Feyre'nin bu güçlü halleri, korkusuz tavırları kitabın geneli boyunca sürmüş, düşmanının üzerine üzerine giden ve ailesini korumak için her şeye hazır olan bir kadına, bir savaşçıya dönüşmüştü. Kullanabileceği her gücü kullanmaya çalışıyor, mükemmelleşmesi için on yıllar geçmesi gerekse dahi uçmayı öğrenmeye, kendisini savunabilmek için fiziksel yollarla savaşabilmeye çalışıyordu. Yaklaşan savaşın ortasında yardımı dokunacak her şeyin peşine düşmüş, ailesi için her şeyi göze almıştı. Bir yandan araştırmalar, eğitimler arasında kendisini kaybederken bir yandan da nankörlükte master derecesine ulaşmış, hiçbir şeyi hak etmeyen ablalarıyla konuşmaya çalışıyor ve ne isterlerse yapıyordu. Onları alıp ailesinin yaşadığı eve bile getirmişti ve ailesine, hayatlarına sürekli laf sokulmasına, yüzlerine atılan aşağılayıcı bakışlara katlanıyordu. Sürekli ablalarını korumaya dair bir ruh haline girmiş, ittifak kurabilmek için onların yardımlarına ihtiyaç duysalar bile özellikle nankör Nesta'nın bunu reddetmesine göz yummuştu. Feyre'yi çok sevmeme rağmen en çok kızdığım özelliği de buydu işte: hak etmeyen ablalarına karşı aşırı korumacılığı ve onları hep üstün görmesi. Sürekli Elain ve Nesta'yı övüyor, kendi konumu herkese istediğini yaptırmayı zorlayabilme yetkisi bile verse onların her reddedişine boyun eğiyor, olan her şey için kendisini suçluyordu. En son 'Nesta şöyle güçlü bir kız, Elain şöyle naif, bunların bütün suçlusu benim' cümlelerini okumaktan gına gelmişti. Çok sevdiğim, güçlü bir karakterdi ama keşke hiç böyle davranmasaydı.
Gece Sarayı Yüce Leydisi'sin sen, niye kendini ezdiriyorsun?
"Seni beş yüz yıl daha beklerdim, diye devam etti bağ üzerinden. Bin yıl. Ve birlikte geçireceğimiz zaman bu kadarla sınırlı olsa bile... Beklediğime değerdi."
Eğer ikinci kitabın yorumunu okuduysanız Rhysand'e nasıl aşık olduğumu, kalbimde nasıl yer kazandığını ve nasıl kalbimi kırabilecek kadar güzel bir adam olduğunu zaten biliyorsunuzdur. Kalbime sızmış, alaycı gülüşüyle, en ufak hareketine bile yansıttığı sevgisiyle, kendisini hiç önemsemeden hep sevdiklerini ilk sırada tutmasıyla, sevgisinin yanında daima saygıyı da taşımasıyla beni kendisine aşık etmişti. Hal böyle olunca da, özellikle kitabın ilk kısımlarındaki yokluğu beni çok üzüyordu. Planlarının ortaya çıkmaması için eşlik bağını kullanarak Feyre'yle kurduğu iletişimi bile minimuma indirmiş, bu da onu göremememize yol açmıştı. Tek bir sahnesini, en ufak bir cümlesini okumak için bile sayfaları hızlıca okuyor, Rhys'ın olduğu bölümlere geçebilmek için sabırsızlanıyordum. Bahar Sarayı'ndan da, saçma sapan düşmanlardan da, intikam planlarından da bıkmıştım. Tek istediğim eve, Velaris'e dönmek ve tek bir bakışıyla bile aşkını hissettirebilen o adamın sahnelerine geçebilmekti. En sonunda da o an geldiğinde ve onu gördüğümüzde ise yaşadığım mutluluğumu tarif bile edemem.
Feyre'nin düşman topraklarında olduğu bütün aylar boyunca endişeden deliye dönse dahi onun kararlarına saygı duymuş, Bahar Sarayı'na gidip bütün planları yok sayarak onu oradan kurtarma isteğine gem vurmuş, o yakalanmasın diye onunla doğru dürüst iletişim bile kuramamış ama onun durumunu kontrol etmeyi, iyi olup olmadığından emin olmayı, en ufak bir terslikte oraya gitmek için hazır beklemeyi hiç ihmal etmemişti. Tehlikeyi hisseder hissetmez hem kendisi yola çıkmış hem de Feyre'ye daha yakın mesafede olan diğerlerini de ona yönlendirmişti. Kasaba evinde buluştukları o ilk an, birbirlerini görür görmez dizleri üstüne çökmeleri, haftalardır birbirlerinden uzak kalmışken yatağa dalmadan önce Feyre'ye o yokken olan her şeyi anlatması, ona rahatlayıp temizlenmesi için zaman tanıması, isterse ablalarının yanına bile götüreceğini söylemesi.. Her davranışına kadar bir adam nasıl mükemmel olur, buyurun görün arkadaşlar.
Kitabın geneli boyunca da inanılmaz zeki hareket eden, ailesi için, Feyre için, halkı için kendisini bile yok edecek fedakarlıklar yapmaya hazır olan, onları koruyabilecek en ufak bir yardım için bile kendisine edilen hakaretlere, alaylara sabırla katlanmak zorunda kalan, aşık olduğu kadını kendisinden aşağı değil kendisine denk gören, onun Yüce Lord'luğu kadar Feyre'nin Yüce Leydi'liğinin de bütün saraylar tarafından tanınması için uyarılarını açık açık yapan, ailesinin yanındayken Yüce Lord'luğu hep bir kenara atan ama söz konusu onları korumak olduğunda tekrar o kimliğe bürünebilen, yapmak istemese dahi sırf ailesinin, şehrinin, halkının iyi olması için zor kararları almaya çekinmeyen bir adamdı. Feyre için Nesta ve Elain'e bile katlanmış, Feyre onları kurtarmak için kendisini tehlikenin göbeğine attığında deli gibi korksa dahi onun gitmesine izin vermiş, onu durdurup hapsetmek yerine ona yapabileceği bütün yardımı yapmaya odaklanmıştı. İçine düştükleri savaşın neler doğurabileceğini biliyor, bunun bilinciyle cesurca hareket ediyor ve her olasılığın sonucunu düşünüyordu. İşin sonu kendisini tehlikeye atmaya geldiğinde saniye bile düşünmeyerek her şeye atlamış, kendisi berbat haldeyken ilk kontrol ettiği kişi Feyre olmuş, hiç düşünmeden fedakarlığını yaparken bile söylediği tek şey Feyre'yi ne kadar sevdiği olmuştu. İşte o sahnede inanılmaz acı çektim, ağladım ve dayanamayarak kitabı bıraktım, odada birkaç tur atarak sakinleşmeye çalıştım.
Düşünün nasıl aşık olmuşum bu adama.
"Beklediler. Ama Feyre'nin kahkahası yeniden duyuldu, hemen peşinden Elain'in ve Mor'un kahkahaları. Ve bakışlarımı tekrar kardeşlerime çevirdiğimde beni anladıkları yüzlerinden belli oluyordu.
"Bu gerçek," dedi Azriel usulca.
Gözlerimin yaşarmasına ne güldüler, ne de yorum yaptılar."
Kitapta beni en çok sinirlendiren şey, Elain ve Nesta'ya gereğinden, hak ettiklerinden çok daha fazla önem yüklenmesiydi. O dünyadan nefret ediyor, Feyre'nin yıllarca onlar için didinip durmasını bile görmüyor, ellerini taşın altına sokmayı hiç düşünmüyorlardı ve sırf peri dünyasına olan nefretleri yüzünden Rhysand ve Feyre'nin onlara yaptıkları savaş uyarısını, gelip kendileriyle güvende olmaları teklifini reddetmiş, sonra da gidip kuzu kuzu düşmanın eline düşmüş, hak etmedikleri halde ulu periye çevrilmiş, yine de bütün bunların sonunda bile her şey için Feyre'yi suçlayabilme hakkını kendilerinde görmüşlerdi. Elain kendisini kapatmış, düşman eliyle bile olsa gelen o yeni hayatı kabul etmeyerek kendisini güçsüz düşürecek kadar dertlenmiş, Nesta ise kazandığı güçleri görmezden gelip yılan diliyle etrafa zehir saçmaya, onları kurtaran insanları bile küçük görmeye, onların evinde yaşarken bile her şey için Feyre'yi suçlamaya devam etmişti. Ve buna rağmen, bu nankörlere çok daha önemli görevler yüklenmişti ve bunu okumak gerçekten sinirimi bozmuştu. Ya bunlar kim Allah aşkına, o güçlerin zerresini hak etmediler, niye daha fazla önemli konuma getiriyorsun bunları?
Elain eşlik bağına rağmen Lucien'i reddetmiş, onun bakışını yakalamayı bile deli gibi bekleyen adamı görmezden gelmiş, peri öldürmeye takıntılı babasının izinden giden eski nişanlısını özleyip durmuş, Azriel'le yakınlık kurmasına rağmen ne Lucien'e alışmaya çalışmış ne de eski nişanlısını unutmaya çabalamıştı. Nesta ise, daha onu iki kez falan görmüşken bile Haybern'in taht odasında kanatları parçalanmışken, can çekişirken bile onu korumak için ona doğru sürünen, daha sonra Velaris'teyken hep bir gözünü Nesta'nın üzerinde tutup bir şekilde ona yakın olmanın yollarını arayan, ondan etkilendiğini açıkça gösteren ama onu koruma sözünü her şeyin, kendisinin bile üzerinde tutacağını açıkça belli eden Cassian'a hakaretler edip durmuş, onun yaptıklarını tamamen yok saymıştı. En sonunda bir şeyler hisseder gibi olup hafiften belli etmeye başladığında bile genellikle soğuk tavrını bozmamış, ölebilecekleri bir savaşa girerken bile adama tek bir güzel söz söylememişti. Evet, Cassian sayesinde aralarındaki bu kavgalı ilişki bile güzel olabileceğinin izlenimini veriyordu ve bir yerden sonra acaba ne olacak diye sahnelerini okumayı da sevmiştim ama aralarında olmasını istediğim ilerleme bir türlü kaydedilemedi. Taş olsa çatlardı be Cassian'ın bu davranışları karşısında, iki tane his belli etmeyi çok mu gördün? Azriel, Elain ve Lucien konusunu ise daha fazla yazmak bile istemiyorum.
Söyleyeceğim tek bir şey var, Lucien'i harcayacaklar matmazel.
Madem sevmediğim karakterlerden bahsediyorum, Tamlin konusuna da çok ufak değinmeden geçemeyeceğim. Herkes yazarın bu kitapta Tamlin'i biraz toparladığını söylüyordu ama bunun bu kadar uzun süreceğini hiç düşünmemiştim. Kitabın başlarında Feyre'ye hep istediği özgürlüğü vermeye çalışıyordu ama o kadar çok şey yaşanmıştı ki bunların hiçbir anlamı yoktu. Ianthe yılanının söylediklerine boyun eğiyor, ona haddini bildirmiyor, en yakın arkadaşına bile hükmedici tarzda davranıyor ve ona katıksız bir güven beslemiyordu. Ne sebeple olursa olsun düşmanın kendi sarayına sızmasına sebep olmuş, halkının gözündeki konumunu sarsmıştı. Feyre intikamını alıp gittikten sonra, onun kendisini hiç sevmediğini, Rhysand'e aşık olduğunu kaçınılmaz şekilde anladıktan sonra bile ilk yaptığı şey etrafa saldırmak, bütün yüce lordların önünde Feyre'ye ve Rhysand'e hakaret etmekti. Özellikle o toplantıda çok kalitesiz davranmıştı ve nerede toparlayacak ki bu falan diyordum. Anca sona çok yaklaştığımızda yazar Tamlin'i toparlamaya karar vermişti ama ne yalan söyleyeyim, tamamen kayıtsız kalmamış olsam da öyle çok falan da etkilenmemiş, umursamamıştım. Ama kitabın en sonunda, okuyanlar anlayacaktır, ona kesinlikle ihtiyaç duyulan o anda okurken kendimi de şaşırtarak 'Tamlin ne olur çık gel, yapman gereken şeyi yap' diyordum çünkü bunu yapmaması ihtimalini düşünmek bile istemiyordum. Ve bütün kitabın yapamadığını da o sahne yapmış, ona beslediğim sinir ve nefreti biraz olsun kırmıştı.
"Rhys... Bir daha aynı şeyi hissetmek istemiyorum."
"Artık Dağın Altı'nda neler hissettiğimi biliyorsun."
Kitabın Rhys sahneleri dışında en sevdiğim kısmı son 200-260 sayfası falandı çünkü inanılmaz güzel bir aksiyona sahipti. Beklenen ve kaçınılmaz olan büyük savaş başlamıştı ve yaşanan çatışmalar, ortaya çıkan sürprizler, karşılıklı olarak düşülen zor durumlar, yapılan fedakarlıklar okuması gerçekten keyifli sahnelerdi. Ben fantastik kitaplarda özellikle bu son muharebeleri, karakterlerin bir seçim yapmaktan kaçamayacakları o anları, tek bir hamleyle kocaman bir kaybın yaşanabileceği bu sahneleri çok seviyorum. Bir yandan beni inanılmaz geriyorlar ve diken üstünde durmama sebep oluyorlar çünkü yazarın yapacağı tek hareket her şeyi mahvedebilir ve beni paramparça edebilir ama bir yandan da gözümün önüne getirdiğim sahne öyle güzel oluyor ki o kaybetme korkusu bile sahneyi çok daha değerli kılıyor. Bu yüzden kitabın o son kısımları aşırı güzeldi. Bir noktada beni paramparça etti, ağlattı ve korktuğum şeyin gerçekleştiğini görmek kalbimi çok kırdı ama zaten bu kitabı bu kadar sevmemin en büyük sebeplerinden biri de bana bunları hissettirebilmesiydi.
Benim için tek sorun, kitabın biraz gereksiz uzun olmasıydı. Yani tamam, sürekli bir olaylar oluyordu ve hepsi birbirine bağlıydı, hepsinin açığa çıkaracağı detaylar vardı, birbirlerini ve dolayısıyla da ana kurguyu destekliyorlardı ama yine de o kadar çok olaylara bölünmüştü ki, sürekli bir şeylerin olduğu ama nihai sona bir türlü yaklaşamadığımız bir sürü küçük olay gerçekleşiyordu. Bunların sayısı biraz daha az olabilir ya da en azından birkaçı birleşebilirdi ama yanlış anlaşılmasın, yine de okumaktan şikayetçi değildim çünkü hiç sıkılmayıp keyifle okudum. Keşke serinin devamı da çoktan yazılsaydı da devam edebilseydim.
Ne diyebilirim ki? Keşke Rhysand sadece bir karakter değil de gerçek olsaydı.
Keşke yıldızlar benim için de bir Rhysand saklıyor olsaydı.
Ben de seriyi geçen hafta bitirdim ve yorumuna katılıyorum. Ben en çok Elain ve Nesta kısımlarına sinir oldum :/
YanıtlaSilElain ve Nesta gerçekten insanı çıldırtır, neyse ki serinin en güzel kitabı Sis ve Öfke Sarayı'nda böyle her yerden çıkmıyorlardı *dance*
Sil