ALCATRAZ KATİBİN KEMİKLERİ (ALCATRAZ KÖTÜ KÜTÜPHANECİLERE KARŞI #2) / BRANDON SANDERSON || KİTAP YORUMU
Orijinal İsim: The Scrivener's Bones
Seri Sıralaması: #2
Yazar: Brandon Sanderson
Çeviri: Özge Özköprülü
Sayfa Sayısı: 228
İncelemek İçin: Goodreads
Puanım: 4/5
TANITIM
Kötü Kütüphanecilerin dünyayı ele geçirmesine mani olmak için çabalamaya devam eden Alcatraz, özgürlük savaşçılarından meydana gelen ekibiyle birlikte Büyükbaba Smedry’nin izini sürüp mistik İskenderiye Kütüphanesi’ne gidiyor. Suskun Diyarlar’da yaşayanlar – yani hayatını Kütüphanecilerin kontrolündeki Kanada, Avrupa ve Amerika’da sürdürenler – İskenderiye Kütüphanesi’nin uzun zaman önce yok olduğunu sanıyor. Oysa Özgür Krallıkların sakinleri gerçeğin farkında ve kütüphanenin varlığını sürdürdüğünü, hatta bütün gezegenin en tehlikeli yerlerinden biri olduğunu biliyorlar.
Acaba Alcatraz ve arkadaşları ruh çalan kütüphanecilerin elinden kurtulmayı başarabilecek mi?
YORUM
"Bir kez olsun yalanlardan kurtulmak istiyorum. Bir kez olsun gerçeği basılı olarak görmek istiyorum. Benim adım Alcatraz Smedry. Hayat hikayemin ikinci cildine hoş geldiniz.Umarım bu kitabı aydınlatıcı bulursunuz."
Birinci kitabın yorumunu yazıp goodreadste paylaştığım gibi ikinci kitaba başladım çünkü birinci kitabın yorumunda bahsettiğim gibi, seriyi arka arkaya okuma gibi bir planım var. Bu planı yüzde yüz yerine getiremeyeceğim çünkü maalesef beşinci kitap kitaplığımda yok ve içinde bulunduğumuz virüs durumundan dolayı dışarı çıkmayı bırakın, internetten sipariş bile veremiyorum. Kim bilir kaç kişi dokunuyor o kargoya, nerelerde bekliyor, hazırlayan, gönderen, getiren kişinin sağlıklı olduğuna nasıl emin olabilirim sorularının cevabını asla veremediğimden, zaten panik atak tanısının bir tık altında seyreden ruh halimi de göz önüne aldığımda asla sipariş veremeyeceğim. Umarım en az hasarla bu durumu atlatırız ve en yakın zamanda son bulur. Ancak seriyi arka arkaya okuma planımın aksamasına sebep olan tek neden bu değil. Beşinci kitap 2016'da çıkmasına rağmen hala altıncı kitap yayımlanmamış ve bu yüzden bir şekilde epub/pdf formatında da olsa beşinci kitabı okuyabilsem dahi, seriyi bitiremiyorum. Ama yine de buna çok takılmıyorum çünkü bu 4 kitabı okuduktan sonra ne kadar ara verirsem vereyim o kitaplara devam etmekte sıkıntı yaşayacağımı düşünmüyorum.
Ama yaşarsam da yaşayayım canım, bir reread'e bakar bu sorunu çözmek. O yüzden bu olumsuzlukları bir kenara atıp kitabımıza odaklanalım.
"Bu serinin birinci kitabında Kütüphaneciler hakkında, çoğu bütünüyle doğru olmayan bazı genellemeler yaptım.
Ne var ki Kütüphanecilerin aslında tek bir tür olmadığını açıklamaya zaman ayırmadım. Dolayısıyla bütün Kütüphanecilerin dünyayı ele geçirmek, insanları köleleştirip sunaklarında kurban etmek isteyen kötü tarikatçılar olduğunu varsaymış olabilirsiniz.
Bu hiç de doğru değil. Kütüphanecilerin hepsi kötü tarikatçılar değil. Ruhunuzu söküp almak isteyen, gözünü intikam bürümüş hortlak Kütüphaneciler de var.
Bu konuyu açıklığa kavuşturduğumuza sevindim."
Alcatraz'ın birinci kitabın sonunda koruyucu ailesinin evinden çıkıp Büyükbaba Smedry ile gitmesinin üzerinden üç ay geçmişti ve ilk bölümde Alcatraz'ın da anlattığı gibi, bu üç ay içerisinde Optikçilik hakkında eğitim almış, Suskun Diyarlar ve Özgür Krallıklar hakkında daha çok bilgi edinmişti. Ama tabii ki bu süre öğrenmesi gereken onca şey için çok yetersizdi ve Büyükbaba Smedry'yi hatta belki de babasını kurtarabileceği bir görevin içine düştüğünde yeteneklerinden ve öğrendiklerinden çok arkadaşlarının yardımına ihtiyacı vardı. İlk kitapta gördüğümüz Şarkı ve Quentin, hepsinin bir arada olması tehlikeli olduğundan gruptan ayrı yaşıyorlardı ve içine düştükleri görev aniden ortaya çıktığında Alcatraz'ın yanında değillerdi. Onların yerine Bastille ve bu kitapta tanıdığımız Kaz, Avustralya ve Draulin vardı. Görevin detaylarına çok fazla değinmeyeceğim çünkü zaten kısa olan bir kitaptan olası bir spoiler vermek, kimsenin tadını kaçırmak istemiyorum ancak hem eski karakterlerin karakter gelişiminden hem de yeni karakterlerin hikayeye katkılarından bahsetmeden geçmeyeceğim.
Alcatraz, ilk kitabın başında çok umursamaz bir çocuktu. Bir yetenek olduğunu bilmediği, bela olarak gördüğü kırma yeteneği yüzünden başına belalar açılmasına, her şeyi kırıp dökmeye alışmıştı ve sonuçlar hep aynı olduğu için etrafındaki kimseyi. onların neler söylediklerini umursamıyordu. Büyükbaba Smedry'nin söylediklerine inanana, anlatılan her şeyin ne kadar ciddi olduğunu görene kadar da bu umursamazlık hali devam etmişti ve nihayet gerçek ailesinden birilerini bulduğunda, bela sandığı şeyin aslında bir yetenek olduğunu keşfettiğinde bu umursamazlıktan sıyrılmıştı. Ama yine de her şey çok çabuk olduğundan, kimliğini öğrenir öğrenmez bir görevin içine düştüğünden birinci kitapta bu aile kavramına çok alışamamıştı ve bu sebeple karakterindeki değişimi çok fazla görememiştik. Ama bu eksiklik ikinci kitapta çok tadında olacak şekilde giderilmişti.
Üç ayın ardından hem ailesine hem de arkadaşı olarak gördüğü Bastille'e ısınmış, kimsenin onu seveceğini düşünmeyen ve kimseyi de sevmeyi planlamayan, böylece kalbinin kırılmasını koruyabileceğini düşünen çocuk gitmiş, yerini bu insanları gerçekten önemseyen bir çocuk almıştı. Doğduğu ve ailesinin kalanının olduğu topraklara dönmek istemiş, Büyükbabasının tehlikede olabileceği ihtimali çıktığı anda bu isteğini kolayca bir kenara atmış ve bu görevde ölebileceğini, Optikçilik hakkında öğrendiklerinin onu kurtarmaya yetmeyebileceğini bilmesine rağmen ekibin rotasını değiştirmişti. Daha önce hiç görmediği amcası ve kuzeniyle tanıştığında onların kendisini sevmesini istemiş, yanlış anlaşılmalar yaşandığı anda bunları gidererek aralarının soğuk olmasını engellemişti. Ailesi tarafından kabul görmek istiyordu ancak bunu sadece sevilmek istediği için değil, onları sevmeye hazır olduğu için istiyordu. Kuzenini ve amcasını hemen kabullenmiş, onları tanımaya çalışmış, ne yapacağını tam bilemese dahi elinden geleni yaparak ihtiyaçları olduğu anda onlara yardım etmiş, tanıştıklarında aralarında geçen muhabbetten dolayı amcası Kaz'ı kızdırdığını düşündüğü için onunla konuşarak durumu düzeltmeye çalışmış, kuzeni Avustralya'nın güçlerini tam kullanamamasından dolayı yaşadığı güvensizlikle morali bozulduğunda onu cesaretlendirmiş, ekibin önemli bir parçası olduğunu hissettirmişti. Ve bu davranışları sadece ailesi için geçerli değildi.
İğneleyici diline ve genel olarak gösterdiği sert tavrına rağmen Bastille'i gerçek bir arkadaş olarak görmüş, elinde olmayan sebepler yüzünden ona haksızlık yapıldığını öğrendiği anda onun hakkını savunmuş, özgüveninin darbe aldığını gördüğünde onu cesaretlendirmek için elinden geleni yapmış, hayatı tehlikeye girdiğinde hiç düşünmeden atılmış ve bulduğu her anda, ekip için yaptıklarının ne kadar önemli olduğunu dile getirmiş ve bunu ona hissettirmişti. Bastille'i onları korumakla görevlendirilmiş ve birinci görevlerinde başlarına gelenler yüzünden yetkileri elinden alınmış sıradan bir şövalye olarak görmemiş, onunla dost olmuş ve onu aileden birisini önemsediği kadar önemsemişti. Sırf Bastille'in annesi olduğu için, katılığı ve kuralcılığıyla kendisini sinir eden Draulin'e katlanmış, Bastille'e uyguladığı psikolojik şiddete karşı çıkmış, ona emir verecek konumdayken bu yetkisini asla kullanmayarak ona saygısını korumuştu. Birinci kitabın başındaki Alcatraz bunu asla yapmazdı.
"Cam kırıkları," diye mırıldandı Bastille. "Böyle bir işe son kalkıştığımızda, sen neredeyse ölüyordun, büyükbaban işkence gördü ve ben kılıcımı kaybettim. Bunları bir daha yaşamak istiyor muyuz gerçekten?"
"Ya başı beladaysa?"
"Başı hep belada," dedi Bastille.
Bir an sessiz kaldık. Ardından ikimiz de dönüp kokpite doğru koşmaya başladık.
Bastille bana göre ilk kitapta karakterini gösterememiş ve geri planda kalmıştı, bu yüzden de onu tanıyamadığımı düşünerek hakkında pek bir yorum yapmamıştım ama bu kitapta karakterini çok güzel gösterdiğini düşünüyorum. Yine sert mizacını korumuş, kimseye sevgi gösterilerinde bulunmamış ve özellikle Alcatraz'ı sürekli iğnelemiş olsa da onunla olan dostluğunun bu şekilde ilerlediğini, bunları onu sevmediği için yapmadığını, Alcatraz'ın yaptığı bir şeyi takdir edeceğinde bile bunu mizacını bozmadan yaptığını, bu atışmalı dostluktan ikisinin de memnun olduğunu göstermişti. İkisi de çoğu zaman birbirlerinin aksine hareket ediyor, yaptıklarını onaylamıyor olsa dahi aynı Alcatraz gibi Bastille de ona güvenmiş, başkasının yanında dile getirmeyeceği endişelerini, mutsuzluklarını, çocukluk hayallerini, kızgınlıklarını Alcatraz'a anlatmıştı. Sevgisini açık açık göstermiyor olsa bile ekipteki herkesin kendisi için ne kadar önemli olduğunu hissettirmişti. Onları korumuş, onlar için savaşmıştı ve yıllar boyunca kendisini hep aşağılamış annesi için bile elinden geleni yapmıştı.
Kaz ve Avustralya çok etkin karakterler olamasa dahi-ki özellikle Avustralya kitabın ikinci yarısında hiç etkin değildi- kitabın ana hikayesini ilerleten karakterlerdi. İkisi de Smedry ailesindendi ve hem Alcatraz'ın yıllardır eksikliğini hissettiği aile kavramını daha da anlamasını sağlamış hem de olduğu kişi üzerine bilmediği konular hakkında bilgi eksikliğini gidermeye çalışmışlardı. Özellikle amcası olan Kaz hikayenin ilerleyişinde baştan sona kadar rol almış, Bastille'in savaşçılığının ve Alcatraz'ın zekasının yanında, kendilerini sonuca götürecek yollarını bulabilmeleri için elinden geleni yapmıştı. Üstelik eğlenceli bir kişiliği vardı ve kitabın çoğunda durumları yumuşatıp o kötü şartların bile eğlenceli geçmesini sağlamıştı. Yalan yok, Şarkı ve Quentin'in yerlerini almaları başta bir tık tadımı kaçırmıştı ama daha fazla Smedry tanıyarak bu ailenin tuhaflıklarına daha çok şahit olmak güzeldi.
"Başıma aldığım belayı fark etmem gerekirdi. İnsanların size hayranlık beslemesinden daha kötü bir şey yoktur; çünkü beklentileri arttıkça, onları hayal kırıklığına uğrattığınızda, kendinizi daha kötü hissedersiniz. Tavsiyeme kulak verin. Lider olmak istemezsiniz. Lider olmak, uçurumdan düşmeye benzer. Başlangıçta çok eğlenceli gelir.
Derken eğlence biter. Hem de çok çabuk."
Kitabı keyifle ilerleten sadece karakterler değildi çünkü yazarın oluşturduğu kurgu, olayların hepsinin birbirlerine bağlanış şekli ve özellikle bunları anlatırken kullandığı dil çok keyifliydi. Baş etmek zorunda kaldıkları tek sorunun Kötü Kütüphaneciler olmaması, görevlerinin onlardan kaçmaktan çok daha karmaşık olması, yeteneklerin geçmişinden bahsedilmesi hikayeye katmanlar katmış, basit bir kurgu olmasını engellemişti. Üstelik bütün bunları gelecekteki Alcatraz olarak yapması ve özellikle bölüm başlarında olmak üzere sürekli olaylara müdahale etmesi, sayfalarla oynayarak okuyucuyu şaşırtması inanılmaz eğlenceliydi, öyle ki bütün kitap boyunca bu müdahalelerini gülümseyerek okudum. Hiç şüphesiz ki bu anlatım dili, seriyi ve kurguyu bu kadar sevmemi sağlayan en önemli etkendi.
'Madem sevdin o zaman niye puan kırdın?' diyecekler olacaktır ama sırf sevdim diye her kitaba beş yıldızları dağıtacak değilim. Zaten kitap mükemmel de değildi çünkü bütün bu sevdiğim yanların yanında eksiklikler, keşke şu da anlatılsaydı ve keşke şu da şöyle olsaydı dediğim yanlar vardı. Bütün kitabın sadece yaklaşık 24 saati anlatıyor olması, görevin içine düşmeden önce Alcatraz'ın eğitimine dair bir şeyler görmemiş olmamız, Optikçilik, Smedry ailesi, Özgür Krallıklar ve yeteneklerin kökeni hakkında daha fazla bilgiye henüz ulaşamamış olmamız canımı en çok sıkan konulardı. Doğal olarak bu durum da kitabı sevmeme rağmen puanımı kırmama sebep oldu.
Ee, biraz sevdim diye bütün eksiklikleri görmezden gelip her kitaba beş puan verseydim ohoo...
Ne kitapları harcadım ben be kfdhklds
Yorumlar
Yorum Gönder