UKALA PİÇ / PENELOPE WARD & VI KEELAND || KİTAP YORUMU






Orijinal İsim: Cocky Bastard
Yazarlar: Penelope Ward & Vi Keeland
Çeviri: Tuba Özkat
Sayfa Sayısı: 280
İncelemek İçin: Goodreads
Puanım: 3/5








TANITIM

Nebraska’nın ortasındaki bir benzinliğe değil, en çılgın fantezilerime layık biriydi.

Ülkeyi boydan boya arabamla gezerken Chance adında seksi, ukala bir Avustralyalı ile karşılaşacağım aklıma bile gelmezdi.
Arabam bozulunca bir anlaşma yaptık. Sonra da bir baktım beraber yolculuk ediyor, geceleri otel odalarında cinsel çekimimizin gerginliği içinde oturuyor ve plansız maceralara çıkıyorduk.

Sıradan bir gezi, hayatımın en önemli yolculuğuna dönüşmüştü. İşler ciddiye binene kadar her şey çok güzeldi.
Onu istiyordum ama Chance hamlede bulunamıyordu. Onun da beni istediğini sanıyordum ama bir şeyler onu bundan alıkoyuyordu.
O ukala piçe âşık olmamam gerekiyordu, özellikle yollarımızın ayrılacağını biliyorken.
Her güzel şeyin bir sonu vardır ne de olsa, öyle değil mi?
Fakat kendi sonumuzun böyle olacağını asla tahmin edemezdim.


YORUM

"Konuşmadan önce yüzünden aşağı bir damla yaş aktı. "Çok şey kaybettin."
Yaşı silip yanağını avuçladım. Elime doğru eğildi. Kaybettiğim şeyleri hatırladığımda zorlukla nefes alabiliyordum. "Evet. Kaybettim." Gözlerimi kısa bir süreliğine kapayıp kendimi topladım. Yeniden açtığımda Aubrey hala beni izliyordu. O yüzden devam ettim. "Bazen, gerçekten ihtiyaç duyduğun şeyin farkına varman için her şeyi kaybetmen gerekir."

Bir tık hayal kırıklığı dolu buralar.

Vi Keeland'ın yazım tarzını, karakterlerini ve onlara ördüğü olay örgüsünü beğendiğimi çok net söyleyebilirim. Özellikle yazarın Patron kitabına bayılmıştım ve 'aa tamam, ben bu kadının kitaplarını okurum' demiştim. Çünkü hikayeyi hem eğlence yönünden hem de duygusal yönden doldurabiliyor ve karakterlerini de çok iyi işlediği için onların ciddi hallerini de, komik hallerini de, duygusal hallerini de kitapta çok iyi hissedebiliyordum. Penelope Ward'dan ise daha önce okuduğum tek kitap Vi ile beraber yazdıkları Narsist'ti-ki bayılmıştım, yorumu önceki postlarda bulabilirsiniz- ama tek başına yazdığı bir kitabı okumamıştım. Okur muyum pek emin değilim açıkçası çünkü zaten Vi'nin okumak istediğim bir sürü kitabı varken çok emin olamadığım Penelope'u tercih etmem gibime geliyor. Bunun en büyük sebebi de, Vi'nin tek olarak yazdığı Patron'a ve Penelope'la ikili yazdığı Narsist ve Ukala Piç'e baktığımda, bana kalırsa, Penelope'un yazım tarzı hikayedeki duygu yoğunluğunu hafifletiyor ve bu da bir miktar tadımı kaçırıyor.

Ukala Piç'in arka kapak yazısını okuduğumda ve içini birazcık karıştırdığımda Patron'a ve Narsist'e oranla daha az beğeneceğimi düşünmüştüm çünkü blurb bile ilgimi çok fazla çekememişti. Karakterlerin ve hikayenin fazla yüzeysel geleceğini düşünüyordum ama yine de sırf Vi olduğu için sinirimi bozacak kadar kötü olamayacağını, duyguların işlenişi konusunda belli bir sınırın altına düşmeyeceğini biliyordum. Nitekim bütün düşüncelerim de doğru çıktı ve hem istemediğim halde daha blurbten bile kokusu duyulan yüzeyselliği buldum hem de görmeyi istediğim duyguyu biraz da olsa görebildim. Kafa karıştırıcı biliyorum ama karakterleri anlatmaya geçince çözeceğiz bu durumu.

"...Düşünsene, sadece bir tanecik bile yanlış bir dönüş yapmış olsaydım, Nebraska'daki mola yerinde seninle asla tanışamayabilirdim. Tek bir dakika bütün bir hayatı değiştirebilir. Yine de, bir şekilde tanışırdık diye hissediyorum. Çünkü senin ruh eşim olduğunu biliyorum. Bizi buraya getiren yol her zaman kolay olmadı ama bizi daha güçlü yaptı ve bizi götüreceği bir sonraki yerler için fazlasıyla hazırız. Sonraki macera için sabırsızlanıyorum. Seni seviyorum Chance."

Aubrey hem çok savunmacı hem de istemsizce içindekileri tutamayan, düşüncelerini çok çabuk belli edebilen bir karakterdi. Chance'in kendisiyle şakalaşmalarından, onu sinir etmelerinden hem hoşlanıyor hem de onunla zıtlaşmayı sürdürerek aralarındaki atışmanın sürmesini, böylece cinsel gerilimlerinin arka planda kalmasını sağlıyordu. Güvenli bölge dediği eğlenceli ruh hallerinden çıkmamak için hissettiği arzuları gizleyerek onunla arkadaş gibi takılıyor, bir yandan ona bu kadar çabuk ısınmasını ve bu kadar arzu duymasını kendi kafasında analiz ederken bir yandan da Chance'in kendisine yaklaşımını anlamaya çalışıyordu. Daha önce yaşadığı ilişkileri istediği gibi ilerlemediği için artık mutlu olmak istiyordu ancak Chance'in hamle yapmaktan kaçınan tavırları karşısında Aubrey de hep kendisini kapatıyor ve elinden geldiğince ona yaklaşmıyordu. Ve bana kalırsa kendisini böyle geri çekmesi, Chance'in gideceğine inanması ve ona tam olarak güvenememesi çok normaldi çünkü aksini kanıtlayacak bir şey yaşamamışlardı. Bütün o yolculuk boyunca Aubrey çok çabuk dökülüp kendisini anlatmasına rağmen Chance hep geri planda kalmış ve özel hayatına dair detaylara girmemişti. Tabii ki bütün bunları görmezden gelip kendisini adamın kollarına atmayacaktı. Ama çok kısa süre sonra ne yaptı biliyor musunuz?

Bütün bunları görmezden gelip kendisini adamın kollarına attı.

Yani bakın, Chance çok tatlıydı, Aubrey'yi istediğini de belli ediyordu, dile getirmekten çekinmiyordu ve kimi zaman davranışlarına bile hakim olamadan ona yakınlaşıyordu, üstelik cidden çekici bir adamdı, bunları kabul ediyorum. Ama belli ki ortada kendisini geri çekmesine sebep olacak kadar büyük bir sorunu, anlatmadığı sırları ve henüz ikisinin de gerçekten hissetmeye başlamadığı bir aşk vardı. Ve bu yüzden Aubrey'ye soruyorum, sen ne ara bu adama böyle aşık oldun ki? Ne zaman o güven sorunlarını geçip bütün korkularını yendin de bu adama kalbini açtın? Okurken bana asla geçmeyen bu aşk nereden çıktı? Allah aşkına toplam 1 hafta geçirdiler ve bu 1 haftada da aşkı asla hissettirmeden arkadaşlık ve arzu arasında gidip geldiler. Fark eden varsa söylesin, ne ara biz aşık bir çift okumaya geçtik?

Ama yine de bu konuyu bile görmezden geliyorum çünkü Aubrey'de beni en rahatsız eden taraf kitabın ikinci kısmındaki davranışlarıydı. Chance'i süründürmesi, onunla görüşmek istememesi ve ondan kaçınması çok mantıklıydı ve buna hiç şikayetim yoktu. Ama çok kısa bir sürede direnci kırılıp da Chance'in ona ısmarladığı kahvaltıları, bahçesinde bütün gün çalışıp ektiği çiçekleri, ona attığı tatlı mesajları kabul etmeye ve hatta karşılık vermeye başladığı an, erkek arkadaşı konumundaki adamdan uzaklaşması gereken andı. Evet onu bir anda hayatından çıkaramazdı çünkü Chance'e dönüp dönmeyeceğinde kararsızdı ve adam da çok iyiydi, onu seviyordu falan fistan da yani bu beni hiç ilgilendirmiyor arkadaşlar, kimse kusura bakmasın. Dick'i kaybetmek istemediği için hem ondan uzaklaşmadı hem Chance'e olan aşkı bitmediği için onu reddedip hayatlarına dönmelerini de sağlamadı. O kendi sevgilisiyle beraber olurken Chance onun kalbini geri kazanmak için kendini paralıyordu ve Aubrey net bir hayır cevabı vermediği için adam resmen askıda kalmıştı. Tamam, bütün korkularını, güvensizliğini, kalp kırıklığını, yeni yeni düzene oturttuğu hayatını kaybetmekten korkmasını anlıyorum ama bu süreçte Dick'ten ayrılamıyor olsa bile ondan uzak durması gerekirdi.

Chance'inki de kalp çünkü, boru değil.


"Seni seviyorum Aubrey. Bunu göremiyor musun? Sana sırılsıklam aşığım. Seni bütün bu dünyadaki her şeyden fazla seviyorum. Senin gözlerine baktığımda sadece seni görmüyorum, çocuklarımı görüyorum. Lanet olsun, çocuklarla ve sağır, aptal, kör keçilerle dolu bir çiftlik görüyorum. Bütün geleceğimi görüyorum. Sensizken hiçbir şey görmüyorum. Hiçbir şey."

Chance, kitabın ilk yarısı boyunca eğlenceli, çapkın ve etkileyici ancak yüzeysel olarak anlatılmış bir karakterdi. Aubrey'ye olan arzusunu ve bir sebepten dolayı bu arzuya karşı geldiğini biliyor ancak hiçbir detayı öğrenemiyorduk. İkili arasında geçen olaylarda Aubrey'nin ne hissettiğini tam olarak çözümlememize rağmen hiçbir bölüm Chance'in gözünden anlatılmadığı ve Aubrey de onu çözemediği için Chance'in hisleri hep arka planda kalıyordu. Kendisinin sinirden patlayıp da ne hissettiğini söylediği anlar dışında-ki bunların da çoğu aralarındaki cinsel çekim hakkında oluyordu- adam resmen hissiz gibiydi. Aubrey'e sataşmaları, onu kendi sınırlarını zorlaması için ikna etmesi, oturup onunla hayallerinden ve yaşadığı sakatlıkla nasıl o hayallerden vazgeçmek zorunda kalışından bahsetmesi, yolculuğu ve geçirdikleri süreyi uzatmak için sürekli bir yerleri görmeyi bahane ederek rotayı değiştirip durması çok güzeldi, bunlara hiçbir sözüm yok. Aubrey'yi kıskanıyor oluşu ancak bunu yaparken maganda herifin tekine dönüşmemesi, onun için bir keçiyle bile yolculuk etmesi falan çok tatlıydı ancak kitabın ortasından sonra patlak veren aşk için başka hiçbir duygu kitaptan bana geçmemişti. Aubrey'e ondan hoşlandığını zaman zaman belli ediyordu ve Elvis'in yanındayken yaptığı konuşmada açık açık bu yolculuğun onu nasıl etkilediğini, Aubrey'yi o kadar kısa sürede nasıl çok iyi tanıdığını anlatmıştı, o konuşmadan sonra kendisini geri çekmekte iyice zorlanır hale geldiğini çok net görmüştük ama bütün bunlara rağmen hikayenin duygusal açıdan sahip olduğu boşluk öyle sinirimi bozuyordu ki hem bu sahnelerin hem de Chance'in karakterinin etkisini gözümde azaltıyordu.

Gel gelelim ki kaybettiği bu etkiyi kazanmakta hiç gecikmedi. Kitabın ikinci yarısında bütün bölümler onun bakış açısıyla anlatılıyordu ve aslında neyi neden yaptığını, neden Aubrey'den uzak durmak için o kadar çabaladığını, aralarındaki ilişkinin sonucunda kendisinin de ne kadar etkilendiğini en sonunda görebildiğimiz için mutluydum. Aubrey'nin kalbini kırdığında aslında bunu onun daha fazla kırılmasını önlemek için yapması, geri dönüp de onu hayatına devam edebilmiş halde gördüğünde yıkılması ama mutlu olduğu için de sevinmesi, aşık olduğu kadını geri kazanabilmek için en baştan pes etmeden çabalayışı ve bu uğurda kendi gururunu da kalbinin kırılmasını da hiçe sayması çok güzeldi ve o sahneleri okumak benim için gerçekten çok keyifliydi. Birbirlerine aşık oldukları o kısmın eksikliğini ve kitabın ilk yarısındaki duygusuzluğu unutmamış olsam dahi Chance'in yüzeysel olmaktan çıkarak böyle bir karaktere bürünmesi okuma motivasyonumu arttırdı ve kitabı çok daha fazla sevmemi sağladı.

Aubrey'yi başkasıyla gördüğünde, onunla nasıl iyi anlaştığını ve onu sevdiğini aşık olduğu kadının ağzından duyduğunda yaşadığı kıskançlık ve kalp kırıklığına rağmen davranışlarını bozmamış, ne magandalar gibi gidip adamı tehdit etmiş ne de kadını kendisini seçmeye ya da o adamdan ayrılmaya zorlamıştı. Bunların hiçbirisine niyetlenmemiş, sadece Aubrey'nin ona olan aşkının hala var olduğuna inanarak onu tekrar geri kazanmaya çalışmış, onun tek bir gülümsemesini görmek için saatlerce aynı yerde beklemiş, işin sonunda eğer kendi ya da Aubrey'nin mutluluğu arasında seçim yapması gerekmişse hep Aubrey'yi seçmişti. Haftalarca kendi hayatını askıya alarak onun peşinden koşmuş, her fırsatta aşkını göstermekten ve dile getirmekten çekinmemişti. Kendisine güvenmediğini biliyordu ve güvenini geri kazanmak için, ona olan aşkını ispatlamak için kitabın ilk yarısı boyunca kendi hayatını ne kadar gizlemişse bu sefer de o kadar açmıştı. Onu hayatında istediğini, eğer beraber olurlarsa nasıl bir hayat yaşayabileceklerini, ne kadar mutlu olacaklarını gösterebilmek için günlerce hazırlıklar yapmıştı. Bütün bu çabalarını bir araya getirdiğimizde de benim kalbimi çoktan kazanmıştı.

"Üzgünüm prenses. Her şey için. Seni incittiğim için. Seni arkada bıraktığım için. Uyandığında orada olmadığım için. O zamandan beri de her gün yanında olmadığım için."

Ah bir de kekolar gibi 'prenses' deyip durmasa çok güzel olacak.

Kitabın genelindeki bana göre en büyük sorun yukarıda bahsettiğim gibi ilk yarıdaki duygu eksikliği ve bunun sonucunda aralarındaki aşkın nasıl başladığını görememiş, hissedememiş olmamızdı. Onun dışında çok büyük bir sorun göremedim ancak hikayedeki yolculuğun da beklediğim gibi çıkmadığını söylemeden geçemem. Ben yolculukla anlatılan aşk hikayesini, karakterlerin bütün o duygu ve düşüncelerini yol boyunca bir noktadan alıp daha sonra çok üst ya da çok alt sınırlara taşıyan anlatımı seviyorum ve okuyanlar bilir, Hiçliğin Kıyısında kitabı bunun çok güzel bir örneğiydi, olayları ve ayrıntıları unutsam dahi o kitabı ne kadar sevdiğimi üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen hala çok net hatırlıyorum. Dolayısıyla bu kitapta da böyle hissetmeyi, en azından ona benzer bir yolculuk barındırmasını beklemiştim. Ama yolda geçen sahneler beklediğimden kısa sürmüştü, çok fazla olay barındırmıyordu ve bu yolculuk kitabın geneline yayılmamış, sadece ilk yarısını oluşturmuştu. Bu beklentim karşılanmadığı için de biraz hayal kırıklığına uğradım, yalan yok çünkü bence çok daha güzel bir yolculuk okuyabilirdik ve okuyamadığımız için normalde buna çok takılırdım ancak asıl sorun kitaptaki duyguyla alakalı olduğu için bir noktadan sonra beni rahatsız bile etmedi ve ben de unutup gittim.

Kitabı bitirdiğim ilk anda sırf Chance'in ikinci yarıdaki karakterinin güzelliği için puanlama konusunda kararsız kalmış ve ona kıyamadığım için 4 vermiş, goodreadsteki güncellememde asıl puanıma yorumu yazarken karar vereceğimi not düşmüştüm. İyi ki de öyle demişim çünkü bütün her şeyi bir araya getirip düşündüğümde bu kitaba 4 puan verebilmemin imkanı yok. Keşke o kadar sevebileceğim bir şekilde yazılsaydı, kitabın her sayfasından keyif alarak okusaydım ve karakterleri tüm kitap boyunca sevip destekleyebilseydim ama hepimizin çok iyi bildiği gibi, maalesef her şey istediğimiz şekilde olmuyor.

Eğer daha önce Vi Keeland ya da Penelope Ward kitapları okuyup beğendiyseniz, eğlenceli ve birbirleriyle tatlı şekilde atışıp duran karakterlerin olduğu, aşkın başlangıcını olmasa dahi sonrasında getirdiği süreci, bütün bunların kıvılcımının da bir yolculukla yakıldığı bir hikayeyi okumak isterseniz Ukala Piç'e bir şans verebilirsiniz. Zaten her şeyi yorumda anlattığım için diyecek başka bir şeyim yok ancak eğer beklentileriniz varsa onu minimuma indirmenizi de söylemeden geçmek istemiyorum, böylece kitabı çok daha fazla sevebilirsiniz.








Yorumlar

Popüler Yayınlar